Türkiye “Çapulcu Cenneti”

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Belçika'da mahalle sakinlerinden birinin şikâyeti üzerine polis sokağa gelir. Binanın yan tarafındaki boş alana çöp atıldığını tespit eder ve çöpü atan aileye para cezası kesilir. Ayrıca bu alanı 30 günlük süre içinde yeşillendirme cezası verilir.

30 günlük süre içinde aile yeşillendirme işini yapmaz. Polis yeşil alan için hiçbir çalışma yapmadığını tespit eder etmez belediyenin ilgili biriminden ekip ister. Ekip gelir. O alanı yeşillendirir. Çimler serilir. Birkaç fidan dikilir. Etrafı çevrilir.2 gün sonra aileye ödeme emri gelir. Belediyenin hizmeti özel bir şirketin yapacağı yeşillendirme çalışmasının çok üzerinde bir rakam ile faturalandırılmıştır. Aile umursamazlığının cezasını kuzu kuzu öder.
***
Dün Özgür Özel'in bir açıklaması vardı:

-“Biz Gezi'de hepimiz vardık.” Diyor. Gezi eyleminin devlete çok büyük maddi hasarları oldu. Bu hasarların telafisi Gezi eylemlerine katılmayan çok büyük bir çoğunluğun vergileriyle oldu. Bu eylemlere birebir katılan, katıldığını söyleyen, bizzat destek veren, desteklediğini söyleyen bu taifeye neden bunun maddi bedeli ödettirilmez? Bir eylem yapılıyor ve hem devlete ait, hem de vatandaşa ait bir çok mekan, araç, gereç zarar görüyor. Ancak bedeli vergi veren vatandaşın cebinden ve geleceğinden çalınarak ödeniyor. Onların alacağı hizmetlerin bedelleri artırılarak ödettiriliyor.



Devlet kanunlarını düzenlemeli. Yürüyüş yapıp fikirlerini anlatmak başkadır, mala zarar vermek başkadır.

İşin bir de sigorta ayağı var:

Sigorta şirketleri sigortalı mülklerin zararını karşılıyor ancak ödediği parayı bu zararı verenlerden tahsil edemiyor. Sigorta şirketleri buradaki zararlarını karşılamak için trafik sigortası ve kasko poliçelerine zam yaparak çıkartıyor. Masraflar vatandaşa ödettiriliyor. Ancak vatandaşın şikâyet edeceği bir merci yok. Adalet yürüyüşü yapan CHP'nin genel başkanı tarafından yapılan beyanatı itiraf kabul edilip Gezi'de gerçekleşen zararın tahsilatı yapılarak “Adalet” sağlanmaya bir yerden başlanmalıdır. Kimler bulaştıysa, bulaştığını büyük bir cesaretle ve sırıta sırıta anlatanlar var ise maaşlarına, gelirlerine, mülklerine icralar konmalı, tahsilatları yapılmalıdır. Adamlar dev gibi bankaya çökmüşler. Kendi mülkleri gibi sömürüyorlarsa o ve diğer destek veren bankalardan bu tahsil edilmeli. Acımadan. Hangi holdingin oteli eylemcilere lojistik depoculuğunu yapmışsa, hangi kurumlar gıda göndermiş ise, orada hangi marka sular bedavadan sunulup tüketilmişse, kim zerre destek vermişse zararları bugünün değerlerinden hesaplanarak tahsil edilmelidir. Elebaşları yargılanıp ceza alıyor. Cezaevinde yatıyor. İçeride yedikleri, içtikleri vatandaşın vergilerinden ödeniyor. Onlar suçu işleyecek; cezasını vatandaş çekecek.
***
28 Şubat sürecinde Akit gazetesine tazminat davası açan subayların cesareti bugünün Şerefli Türk Ordusunun her rütbeden subaylarında da olmalı ve ordumuza “Kimyasal silah” iftirasında bulunan Türk Tabipler Birliği'ne ve onun eski Başkanı Şebnem Korur Fincancı 'ya tazminat davaları açabilmelidirler. Onları tutan nedir?

Ya savcılar? Sorumluları sadece hapis cezaları ile ödüllendirip iftiraların ve eylem zararlarının maddi ve manevi bedellerinin ödenmesi için neden bir karar almazlar?
Bu durum bu çapulcu, aşağılık yaratıkların cesaretini artırıyor ve onları azdırıyor. Acil bunları cesaretlendiren kanunlar değişmeli. Türkiye “Çapulcu Cenneti” olmaktan çıkarılmalıdır.
***
Velhasıl ağır ve insanı gıcık eden, boğazını düğümleyen ciddi konular bunlar. Geçen hafta da İsrail'deki “Deri ve Organ Bankası” konusunu işlemiştim. Almanların Yahudi kızartmaları yaptıkları Airfryer'lerin atası fırınları bile bastıran bir vahşet bankası. Hiçbir Yahudi bağışçısı yok ama Filistinli altyapısı sayesinde dünyanın en büyük Deri ve Organ bankası. Asrın en büyük vahşetlerinden biriydi. Ancak yazım yeteri kadar ses getirmedi. Bu konu birkaç gazetede cılız haberlerle geçiştirildi. Eğer bu Müslümanların yaptığı
yanlışlar olsaydı kıyametler koparılırdı. Bizim diye bahsettiğimiz medyalar bile haberi günlerce yazar, üzerinde yorumlar yapılırdı. Ancak konu İsrail olunca bizim dediklerimiz bile susmayı veya geçiştirmeyi tercih etti. Bu ciddi ve çok önemli konuları ben yazınca herhalde “Ersoy Baba espri yaptı yine” yaklaşımıyla okunmasına bağlıyorum.

Uyarayım; Her yazım çok ciddidir. Önemlidir. Sadece yazma ve sunma tarzım diğer yazarlara göre farklı.

Yazımı bu hafta biraz kısa tuttum. Ancak alışkanlık bozulmasın; güzel bir fıkra ile kapatıyorum.
***
Rakip partilerden iki aday kasaba meydanında söz düellosu yapıyorlarmış. Birisi:

-“Siyaset yapmanın bir sürü ahlaksız yolu vardır. Ancak ahlaklı ve dürüst siyaset için tek yöntem vardır!” der demez diğeri:

-“Nedir o tek yöntem?” diye sormuş.

Konuşmakta olan aday taşı gediğine koymuş:

-“Bilmediğini biliyordum!”

Bilenlerden olmanız dileğiyle, kalın sağlıcakla.