"Nerden geldiler buralara kadar?"

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Merhaba değerli okurlarım.

Dünya küçük. Yine karşılaştık. Geçen hafta yazımızı yazma imkânım olmamıştı. Kendimi boşlukta hissettim. Muhtemelen sizler farkında bile olmamışsınızdır. Ancak bir şeylerin eksikliğini fark etmek önemlidir. Dikkatli bakmak gerekir.

Kayserinin tanınmış ailelerinden birinin genç oğlu arkadaşının düğünü için Sivas'a gider. Erken vardığı için çarşıda dolaşmaya karar verir. Baba mesleği kumaşçılık olduğu için esnafa sorar:

-“Buranın en büyük kumaş mağazası hangisi?”

Esnaf tarif eder. Tarife göre gidince mağazayı bulur. Ancak öğlen ezanına yakın bir saat olmasına rağmen mağaza kapalıdır. Yandakilere sorar:

-“Mağaza sahibi nerede? Mağaza ne zaman açılır?”

-“O şu karşıdaki kahvededir. Adı Orhan. Seslenirsen bulursun.”

Kayserili genç kahveye gider. Kahve çaycısına Orhan'ı sorar. O da kâğıt oynanan masalardan birini gösterir. Masanın yanına varır. Ateşli şekilde kendini oyuna kaptırmış adamlara sorar:

-“Kumaşçı Orhan hanginiz?” Biri elindeki kağıtları arkadaşları görmesin diye göğsüne kapaklayıp cevap verir:

-“Benim. Ne oldu?”

-“Kumaşlara bakacaktım. Ama mağaza kapalıydı. Açar mısın?”

-“Alacaksan açayım. Almayacaksan hiç yorma beni.”

-“Alacağım. Hadi aç.”

Kumaş mağazasının sahibi orhan oflaya puflaya oyunu bırakıp mağazaya doğru gider. Kapıyı açar. Tezgâhın arkasına geçer.

-“Hangisinden kaç metre istiyon. Söyle keseyim.”

Kumaşlara göz gezdiren Kayserili genç üst sıralardan bir kumaşı göstererek:

-“Şuna bakabilir miyim?” diye sorar.

Orhan kafasını kaldırıp bir gösterilen kumaşa bakar. Bir gence bakar. Oflaya puflaya:

-“Alacaksan indireyim. Almayacaksan beni yorma boşuna.”

Genç:

-“Almayacağım” der ve mağazadan çıkar. Caddenin karşısına geçince geri dönüp uzun uzun bakar ve düşünür.

-“Ben burada bu işi çok iyi yapabilirim. Para da kazanırım”

Birkaç gün sonra Sivas'a tekrar gelir. Mağaza yeri kiralar ve büyük bir kumaş mağazası açar. Her gün sabah erkenden kapılar açılır. Işıklar yanar. Gelen her müşteri için onlarca top kumaş indirilip açılır, güler yüzle gösterilir. İşi biten kumaş hemen geri sarılıp yerine yerleştirilir. Bu işte de hiçbir üşengeçlik ya da yüz ekşitmesi asla olmaz. Çok kısa zamanda Sivaslıların gözbebeği haline gelir. Kayserili genç Sivas'ın en büyük esnaflarından biri olur.

-“Durup dururken Ersoy baba bunu niye anlattı” diye düşünenleriniz oldu mutlaka. Geçen hafta yazımı yazamadım. “Tabiat boşluk kabul etmez, hemen birileri tarafından doldurulur” diye korkmadım değil. Ama maalesef buna cesaret edip yazmaya kalkan olmadı. Hem sevindim hem de üzüldüm. Türkiye'de ciddi bir muhalefetin olmaması gibiydi durum. Baktım ben yazmazken yazan birileri yok. Mecburen yeniden başladım yazmaya. Sonradan öğrendim ki marifet sadece yazıda değilmiş. Karikatürün de önemi varmış. İlgi biraz da oradan çoğalıyormuş. Artık nazına katlanmakta zorlandığım kasım Özkan beyin nazına da katlanmak gerektiğini anladım. Arayı iyi tutmaya karar verdim.
***
Kurt derenin yukarısında susuzluğunu giderirken derenin aşağısına su içmeye gelen kuzuya:

-“Suyumu kirletiyorsun” diye bağırır. Kuzu:

-“Su aşağı doğru akıyor. Dolayısıyla yukarıdaki suyun kirlenmesi mümkün değildir” der.

Kurt sinirlenir ve “kirleniyor işte” diyerek hışımla saldırıp kuzuyu yer. Kuzuyu gözüne kestiren kurt için bahane çok. İsrail'deki dünyanın en büyük “İnsan Derisi ve Organ Bankası” için sürekli malzeme lazım oluyor. Bu sıralarda sadece ihracat için değil, iç piyasada da müthiş bir talep patlaması mevcut. Binlerce İsrail askeri yaralı. Onlara organ ve deri lazım. Kendi dinlerine göre organ ve deri bağışı (Her ne kadar haham baskılara dayanamayıp helal fetvası vermişse de) haramdır. Hiçbir İsrailli Musevi buna yanaşmıyor. Bu sebepten derileri büzüşmemiş, canlı ve diri olan, organları nakledildikleri kişilerde uyum sağlayacak dinçlikte olan çocuk ve genç Filistinliler müthiş bir kaynak sayılıyor. Dünyada bunu yayınlayıp yaygara koparacak mecraları da bir sürü yaptırım ve baskı ile susturabiliyorlar. BM toplantısına katılan Filistin temsilcisine bile (artık ne ile gözünü korkuttularsa) konuşmama yasağı koyabiliyor. O da korkudan konuşamıyor.

3 İsrail askeri sokakta oynayan küçük Filistinli kızı gözlerine kestiriyorlar. Sonra etrafını sarıyorlar ve:

-'Burada bıçak vardı, nerde o bıçak' diye kızı sıkıştırıyorlar, Kız:



-'Yemin ederim, bıçak falan görmedim' diyor. Babasının gözleri önünde kızını alıpgötürüyorlar.

Küçük kız çocuğunuzu böyle avucunuzun içinden alıp götürdüklerini hayal edin.

Hiçbir suçu olmayan ayağında terlik, küçük bir kızı neden götürürler? Sapık İsrail askerleri bu kıza kim bilir ne yapacak. Tecavüz… Organlarının alınması… İşkence…
Belki ailesi onu bir daha hiç göremeyecek. Yüzleri maskeli İsrail işgal güçleri, savaş bahanesiyle Filistinli çocukları kaçırıyorlar. İşte 9 yaşındaki Filistinli bir çocuğu herkesin gözü önünde bir jeep'e bindirip kaçırdılar. Hollywood filmlerinde ki organ mafyası filminden çocuk kaçırma sahneleri gibi. Çoğunun anne babası öldürülmüş bu çocukları nereye kaçırdıkları belli değil.



Kaçıranlar özellikle kar maskesi takıyor, ya da geceleri kaçırıyorlar. Tel Aviv'de görev yapmış İsveçli gazeteci bu çocukların böbrekleri ve organları alındıktan sonra cesetlerinin yok edildiğini canlı yayında İsrailli yetkililerin yüzüne söylemişti. İsrail bir devlet değil, Uluslararası bir organ mafyası bir terör örgütü. Dünya bu vahşeti seyrediyor.

Bir kaç yıl önce İsrail Kanal 2 Televizyonuna konuşan Yahudi bir Doktor:

-'İsrail halkı organ bağışı yapmıyor. Biz de Filistinlilerin bedenlerinden alıyoruz.' demişti.

ABD'nin New Jersey Eyaletinde tutuklanan organ çetesinin başında olan ve ABD'de ismi “böbrek adam”a çıkan Levy-Izhak Rosenbaum isimli Yahudi haham 10 yıl boyunca İsrail'den 10 bin dolara getirdiği böbrekleri, ABD'de 160 bin dolara sattığını mahkemede itiraf etmişti.

Bundan 15 gün önce İsrail ordusu Gazze'nin en büyük hastanesi olan EL ŞİFA hastanesini basmış, herkesi dışarı çıkarmıştı. Sonradan ortaya çıktı ki El Şifa hastanesinde 100'ün üzerinde Filistinlinin cesedi kayıptı. Cesetleri çok hızlı bir şekilde İsrail askerlerinin götürdüğü ortaya çıktı. İşgalci İsrail sabah akşam Filistinlilerin evini basıyor çocukları tutukluyor? İçerde onlara ne yaptıkları belli değil, kimisinden bir daha hiç haber alınamıyor. İşte karşımızda böyle aşağılık ve alçak bir terör devleti var.
***
Geçen gün Şok marketin Ankara, Güneşevler'deki marketine yolum düştü. Bir-iki gıda malzemesi alıp kasa kuyruğuna girdim. Önümde Suriyeli oldukları belli olan bir aile var. Ödemelerini yapıp kasadan ayrıldılar. Kapıdan henüz çıkmışlardı ki kasadaki embesil:

-“Bunları da buraya getirip yığdılar ya. Artık her yerdeler. Yakında oy da kullanır bunlar. Yetti valla!” şeklinde seslice söylendi. Bizden de kendisine destek sözler söyleyeceğimizi zannetmiş olmalıydı.

Benim ürünler kasadan geçmiş kartla ödememi yapıyordum. Bu sözler üzerine patladım.

-“Demin onlar buradayken, ödemelerini yapmamışken gösterseydin erkekliğini.

“Size ürün falan yok! Bi daha gelmeyin buralara!” diye bağırıp kovsaydın ya. İnsanlığın ve erkekliğin arkadan söylenmekle mi oluyor! Sen bunları buralara çok göreceğine 80 yıldır oy kullanan ve Türkiye'yi istedikleri gibi çekip çeviren Rumlara, Yahudilere, Ermenilere saldır. Onları kov önce ülkenden!”




Alışverişimi iptal ettim. Paramın karta iadesini sağladım. Ve hak ettikleri her türlü hakareti yaparak oradan ayrıldım.

Evet. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'ye getirilip vatandaş yapılan (Kimi rivayetlere göre sayıları 600.000 olan) 200.000 Ermeni, Yahudi ve Rum 80 yıldır oy kullanıyorlar. En üst makamlara kadar devletin kademelerine yerleştiler. Sanayi onların ellerinde. 80 yıldır Sanat dünyası, sinemalar, tiyatrolar, basın onların avuçlarının içindeydi.

Bu dehşet sömürü düzeni bize bağışıklık kazandırmış olmalı ki gıkımız çıkmadı bu içimizdeki düşmanlarımıza. Gıkımız; Çanakkale'de, Trablus'ta, Yemen'de ve birçok cephede bizimle birlikte aynı safta savaşan ve bizimle birlikte şehit olan kardeşlerimizin torunlarına çıktı. Onlara dil uzatır olduk. Fotoğrafları iyi inceleyelim. Bize alim, ulama, kahraman olarak anlatılanların kimler olduğunu iyi öğrenelim.

En basitinden İstanbul'da Anadolu yakasında uçak seyahati için gittiğimiz havaalanında bir Ermeni'nin adını yaşattığımızı bilmeliyiz.
***
Bir Amerikalı, bir Rus, bir Çinli ve bir İsrailli Yahudi sohbet ederlerken yanlarına bir gazeteci yaklaşmış ve;

-“Özür dilerim, kolayca et bulunamaması hakkındaki fikirlerinizi söyleyebilir misiniz?” demiş. Amerikalı:

-“Bir şeyin bulunamaması ne demektir?” diye sormuş. Rus:

-“Et nedir?” diye sormuş. Çinli:

-“Bir şey hakkında fikir söylemek nasıl bir şey?” diye sormuş. Yahudi:

-“Tabii fikrim var. Ama, özür dilerim ne demek?” diye sormuş.

Kalın sağlıcakla.