“Asprin İç Geçer”

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Merhaba değerli okurlarımız.

Bu hafta başında hastaneye giden Fatih ustamız hastane dönüşü dertleniyordu. Doktor teyze (Yaş grubunu anlamınızı kolaylaştırmak için teyze diyorum, anlayın siz) Suriyeli göçmen hastalara Nazi kampındaki Gestapo subayı gibi bağırıp çağırıp azarlamış. İnsanlık dışı bu hakaretlere Usta'nın çok canı sıkılmış. Arkasından sıra kendine geldiğinde tipinden bunu da Suriyeli kategorisine alarak doktorun kaba muameleye devam ettiğini ve derdine çare olmadığını anlattı.

-“Peki Fatih bunu yazdın mı? Sağlık Bakanlığına ve o hastanenin baş hekimliğine bu kabalığı bildirdin mi?”

-“Yoo! Bi faydası olur mu ki? Tekrar gittiğimde yanlış teşhisle muhatap olmaz mıyım?”

-“Korku bu. Ama yanlış işleri bildirmezsek düzelir mi? Bildirsen de belki düzelmeyecek. Ama bu tür şikayetlerin o doktorun dosyasında yükselmesine engel olabilecek bir etkisi olacaktır.”

Doktorlara da hak veriyorum bazen. Nöbetlerin 24 saatle sınırlandırıldığını söyleyen sağlık bakanımızın sözüne rağmen bazı hassas birimlerde mesela Beyin ve Sinir cerrahisi gibi branşlarda asistan azlığından 36 saate bazen de 42 saate kadar uzaması onların sinir sistemlerini çökertiyor. Asistanların da bu ağır şartlar sebebiyle istifa edip başka birimlere kaydıklarını duyuyorum. Bu da asistan azlığından; kalan asistanlara fazladan yük binmesine sebep oluyor.



Hani adamın birinin saçları sürekli dökülüyormuş. Arkadaşı sormuş:
-“Saçın neden dökülüyor?”
-“Üzüntüden.”
-“Allahallah! Neye üzülüyorsun böyle ki?”
-“Saçımın döküldüğüne.”

Kötü işleri gereken yerlere şikâyet etmenin yanı sıra iyi işleri de yazıp takdir edebiliyorsak o zaman doğruyu tamamlamış oluruz.

Bundan 4-5 yıl kadar önce bir ağız ve diş sağlığı merkezinde dişlerim, yaptırıyordum. Sistem harika idi. Doktorların davranışları ve ilgileri de bir o kadar güzel idi. Dişlerimi yapmaya başladıklarında bu yaklaşımlardan olumlu etkilenip Sağlık Bakanlığına ve o hastanenin başhekimliğine mektup yazıp doktorun da adını zikrederek teşekkür ettim. 2 gün sonra dişlerimin provası için gittiğimde o doktor:

-“Ooo Ersoy Bey, teşekkür ederiz. Bizi takdir etmişsiniz. Hastanede havamız arttı. Bir anda popüler olduk! Sağ olun.” Deyip provayı yaptı. Yapılan dişi beğenmeyip çok daha dikkatlice yeniden kalıp bile aldı.

Velhasıl teşekkürün zamanlaması iyi oldu. İş bittikten sonra teşekkür maili atmış olmak bana bu kadar faydalı olmayabilirdi.

Bu teşekkür zamanlamasını bir zamanlar benimle yurt dışına çıkmış bir arkadaşımdan öğrenmiştim. 3 gün kalacağımız otelde aynı odada kalıyorduk. Arkadaşım sabah çıkarken
yatağının başucuna “for you” (sizin için) diye not yazarak 5 dolar bıraktı.


-“Daha buradayız. Gideceğimiz gün bıraksaydın ya bahşişi.” Dediğimde:

-“Yok Ersoy abi. İlk gün bırakmak doğru. Bak akşam geldiğimizde hizmet farkını göreceğiz”

Gerçekten akşam odamıza çıktığımızda ilk gün olmayan ikramlar çikolatalar bırakılmıştı. Yurt dışı seyahatlerimizde tanıdığımı zannettiğim insanları hiç tanımadığımı, hatta yanlış tanıdığımı öğrendim. İlk seyahatimize 1995 yılında bir organizasyon firması ile Köln mobilya fuarını ziyaret için Ankaralı 96 mobilya firmasının yetkilileriyle gitmiştik. Otelimiz Düsseldorf'ta idi. Köln'e yaklaşık 40 dakikalık bir mesafe. Bizi götürmek üzere 3 ayrı otobüs tahsis edilmişti. İlk gün 96 kişi hep beraber gittik. 2. Günden sonra hafta sonuna kadar sadece 6 firma temsilcisi düzenli olarak fuar alanına gittik. Diğerleri bir anda kaybolmuşlardı. Sitelerde zaman zaman ziyaret ettiğim “değerli” bir esnaf arkadaşımız vardı. O da bizimle Almanya'ya gelmişti. Ancak ilk günden sonra birkaç gün kendisini hiç göremedim. Bir akşam otelin kapısında karşılaştık. Biz içeri giriyorduk, o da dışarı çıkıyordu.
–“Hayırdır sabahları fuara giden otobüste olmuyorsun. Nasıl gidiyorsun buradan fuara?” diye sordum.

Laubali bir şekilde:
-“Ya buralarda geceler güzel oluyor. Ben uyurken siz fuarda oluyorsunuz, siz uyurken de biz alemlere akıyoruz.”

Onunla son görüşmemiz bu oldu.

Yurt dışına giden başka arkadaşlarımızın da haltlarına fazlasıyla şahit oluyordum. Orada yapılanlar orada kalırmış, hiç yaşanmamış gibi günah yazılmazmış havasındaydılar. Face'den çok yıllar önce “arkadaşlarımdan çıkar, takibi bırak” fonksiyonlarını ben uygulamış biriyim. O sektörden az arkadaşım kalmıştı listelerimde. Hatta bunlardan biriyle farklı bir sektörde ortaktık. Döner dönmez ortaklığı bitirip işi kapatmıştım. Gene anılarla tınılarla hastaneden başlayıp Köln ve Milano'ya atladık. Yazarlar arasında atletizm yarışması yapılsa uzun atlamada herhalde ben birinci olurdum. Gelelim bu haftanın fıkrasına. Adet yerini bulsun diye yazmıyorum. Uzun araştırmalardan sonra “bunları okuyucularım duymamıştır” diye seçtiklerimi yayınlıyorum.
-“Biliyorsanız baştan söyleyin de boşuna anlatmayayım.”
Nasrettin Hocamız bir sohbette önemli bir konuyu anlatırken topluluktan birisi;
-'Hocam, adam olmanın yöntemi nedir?' diyerek konuşmayı bölmüş. Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden;
-'Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette kulaktır.' der.
Fakat Hoca, cemaatin 'kulaktır' cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınca açıklama yapma gereğini duyar:
-'Herhangi bir adam konuşurken onu can kulağı ile dinlemeli; bu arada kendi ağzından çıkanı da kendi kulağı duymalıdır. İşte adam olmanın yöntemi budur.”
Sizler arkadaş listemde “Kalın sağlıcakla”