Bizimki gibi demokratik bir ülkede böyle şeyler...

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Bir gün emekliler kervanına kalacağımı pek hissetmiyordum. Ama oldu işte. 3-5 yıldır emekli olarak yaşıyorum. Maaşım gününde hesaba geçiyor. Gençliğimde gördüğüm o banka önündeki emekli kuyruklarını hiç yaşamadan geçiyor emekliliğim. Bazılarının kalbine yenik düşüp öldüğü, ancak diğer emeklilerin “sıramı kaptırırsam maaşı yarın bile zor çekerim” deyip ölene dönüp bakmadığı o banka kuyruklarında hiç yaşamadım çok şükür. 

Benim maaşım da yattığı gün bitiyor. İkinci güne kaldığı hiç olmadı. Gelir gelmez gideceği yerler belli. Yüzüme bile bakmadan çekip gidiyor gideceği yerlere. 

Yazımın bu bölümünde biraz alıntı, biraz takıntı biraz da kırıntılarla devam edeceğim:

Almanya'da Hans 18 yaşında işe başlıyor. Aynı gün Türkiye'de Niyazi de 18 yaşında işe başlıyor.

Hans 65 yaşına kadar durmadan çalışıyor, prim ödüyor. 

Niyazi ise 20 sene çalışıyor prim ödüyor. Genelde ilk 3-5 yıl işyeri onun primlerini ödüyormuş gibi yapıyor olmasına rağmen.

Niyazi 38 yaşında emekli oluyor. Hans emekli olana kadar Niyazi 27 sene emekli maaşı alıyor. 

Hans uzun çalıştığı için işinde ustalaşıyor. Kıdem kazanıyor. Aldığı yüksek tazminatla da ev araba alabiliyor

Niyazi 38 yaşında emekli olduğu için rahat. Canı isterse çalışır, canı istemezse çalışmaz

Erkence emekli olduğu için ustalaştığı tek meslek kahvede okey tahtasına taş dizmek, iskambil kağıtları dağıtmak.

Niyazi kahve köşelerinde öyle ustalaşıyor ki; gözü kapalı okey taşları tanıyor. İskambil kağıtları bir dokunuşta anlıyor.

Türkiye'de çok emekli olduğu için emeklilere hizmet için her 50 metrede bir kahvehane var. Gidip dışarıdan içeriye doğru şöyle bir baktığınızda hepsinin dolu olduğunu göreceksiniz.

Hans 47 yıl çalışıp prim ödediği için aldığı maaşıyla tatile çıkabiliyor. Niyazi ise kahveden çıkamıyor.

Sonra Niyazi çıkıpemekli maaşım yetmiyooor, Hans gibi tatillerde fink atamıyorum diye avaz avaz bağırıyor. Hatta seçimde oy vermeyerek, hatta sandığa bile gitmeyerek hükümeti cezalandırıyor. Oy önemli. Bu işin sonu beka meselesi. Bunun bilincinde olan devlet büyükleri de ara zamlar, primler, promosyonlar vererek emeklisinin kahve köşelerinde mutlu bir şekilde çürümesine destek oluyor. 

Türkiye tezatlar ülkesi. Vatanseverinden fazla vatan haini olan bir ülkemiz var.

Araplaşıyoruz tehdidiyle İslam düşmanlığı yapan Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye'ye getirilip yerleştirilen ve Türk isimleri verilen kimi rakamlara göre 200 BİN, kimi rakamlara göre de 600 Bin Ermeni, Rum ve Yahudi'nin günümüzdeki veletleridir.

Sarığa, cübbeye alerjisi olan, Arapça tabela düşmanı inkılaplaşmış güruh:

-'Ezan Türkçe okunsun!' diye kıyamet koparır.

- “Sebep?”

-“Burası Türkiye.'

Bre ahmak adam! Sokaklar Türklükten çıkmış gavurlarla dolu olduğunu görmez misin? Antalya'da Rus mahalleleri, Alanya'da Alman mahalleleri, Ege'de İngiliz. İngilizce, Almanca tabelalar seni rahatsız etmiyorsa; senin Türklük kabulün gavurlaşmaktır.

-“İki sarık, üç çarşaf, beş tabela mı bozdu senin Türklüğünü Bre melun adam! Bu memleket Sarıklı, çarıklı, çarşaflı ecdadın canıyla, kanıyla   alınmadı mı? Bin yıl bu necip millet, İslam sancaktarlığı yapmadı mı?”

Ezan-ı Muhammediye kendi lisanından okundu ve okunacak, ilelebet inşallah!

Şu işe bak arkadaş!

Arapça Ezan, mülteci, sarık, cüppe, çarşaf düşmanlığı yapan güruhun alayı göçmen. Çoğu da Selanik göçmeni.

Rabbim bu Yahudileşmiş Türklere, Ermenileşmiş Kürtlerefırsat vermesin! Ezan Türkçe, Kürtçe veya Arapça, hangi lisandan okunursa okunsun! Minareden çan sesi çıkmadıkça bu İslam düşmanları razı gelmeyecektir.

Yazımızın bu kısmında Üstat Tevfik Yaşar Tekeli'den bir yazıyı paylaşacağım:

Yer İstanbul'da bir köşk. Devlete ait, gözlerden ırak, yüksek duvarlı, geniş bir bahçe içinde Osmanlı eseri...

Bahçede tam altı tane lüks araç var. Onlarla gelen koruma araçları ve elemanlar bahçeye bile alınmadı. Altı CEO için ilk şok. 

Birinci kattaki kabul odasında uzun bir masa. Masanın başında tanıdık bir istihbaratçı var. Yanında yüzleri daha önce basına hiç yansımamış iki görevli daha.

Her sandalyenin arkasında olacak şekilde duvar dibinde yer almış izbandut gibi, siyah takım elbiseli korkutucu tipler var.

Kapıda cep telefonları alınan, çok sıkı bir üst aramasından geçen CEO'lar içeride üst üste şok yaşıyorlar. Çünkü böyle bir muamele ile hiç karşılaşmamışlar. Hatta devlete parmak salladıklarında bile, geçmiş bir ticaret bakanı arayıp bir de özür dilemiş, gönül almıştı o günlerde. 

Şimdi ise hareketler hiç de nazik değildi. Masada sadece su şişeleri vardı ve onlar içeri girdiklerinde başkan ayağa kalkmamış sadece buyurun demişti.

-'Beyler kısa bir video gösterimi var. Ondan sonra sohbet ederiz sizlerle.'

Işıklar kararmış, duvardaki perdeye bazı görüntüler yansıtılmıştı. Bir otomobili üstüne düşmüş, kafası tuhaf biçimde çarpılmış genç bir adam cesedi idi gösterilen. Sonra bir yazı belirdi. 1997de otelin on sekizinci katından atlayıp intihar eden Oligark denen iş adamlarından biriydi.

Peş peşe on bir isim geldi ekrana, kısa hikayeleri ve o güne kadar hiç görülmemiş yakın çekim görüntüleri eşliğinde. Bazı isimleri bu CEO'lar da biliyordu ama hiç böyle şeyler görmemişlerdi. Videoya bir de ürkütücü müzik eşlik ediyordu ki ortam hiç de rahat sayılmazdı. Şimdiden bir ikisi gömleğin yakasını açma ihtiyacı duymuştu. Terledikleri görülebiliyordu.

Gösteri bittiğinde uzunca bir süre kimse konuşmadı. Oda hâlâ yarı karanlıktı, ekranda on bir cesedin görüntüsü yer alıyordu.

Sonunda başkanın sesi duyuldu. Hoparlörden metalik, duygusuz hatta acımasız bir tonda konuşuyordu sanki.

-'Beyler bu videodakilerin birçoğunu siz de biliyorsunuz. Sovyetler dağıldıktan sonra birden zenginleşen ve zamanla ülkenin liderine, ekonomi düzenine başkaldıran bazı milyarder iş adamları. Ne yazık ki sonları hiç de iyi olmadı gördüğünüz gibi. Hele intihar edenlerin son görüntüleri çok kötü. Bizim ülkemizde bunlar yaşanmadı ama bundan sonra da yaşanmaz diyemeyiz. Çünkü yarın ne olacağını sadece Allah bilir. Karun da olsa, Firavun da olsa, Rockefeller da olsa ölümden kaçan kurtulan yok...değil mi? Yarını hiçbiri tahmin bile edemiyordu elbette. Ülkemizde yüksek enflasyon malum. Bunun en can yakan kısmı da gıda enflasyonu. Bazı şerefsizlerin WhatsApp'ta grup kurup fiyatları ortak belirlediklerini siz de duymuşsunuzdur. Sizi kastetmiyorum ama ne yazık ki böyle hainleri biliyoruz. Çok lafa gerek yok. Sizden bu mücadelede büyük bir anlayış ve ciddi fedakarlıklar bekliyoruz. Bunu göstereceğinize de eminiz. Yasal bazı boşlukları kullananlar için, onlara yardımcı olan/göz yuman bürokratlar için boşluğu doldurmanın kırk türlü hali var malum.'

Eli ile ekranı gösteriyordu, müstehzi bir şekilde gülerek...

Masadaki zincir marketlerin ünlü CEO'larına tek tek baktı. Bakmıyor sanki gözleriyle delip geçiyordu sanki her birini. Hiçbiri konuşmuyor, derin nefesler alıp yutkunuyorlardı. Biri su şişesini açamamış, diğeri suyu bardak yerine masaya dökmüştü. Daha sonra hepsi de tüylerinin ürperdiğini, soğuk terler döktüklerini anlatacaklardı fısıltıyla....

Başkan tekrar konuşmaya başladı.

'Beyler devletimiz bu konuyla mücadelede hiç olmadığı kadar kararlı. Sizin de üzerinize düşeni yapacağınızdan hiç şüphemiz yok.. Toplantı bitmiştir. Gidebilirsiniz. Başka dostlarımız da gelecek gün boyu. O yüzden biz hayli meşgul olacağız. Hepinize tek tek teşekkür ederim. Başkanımızın selamını da iletin lütfen patronlarınıza.'

Ertesi gün basın toplantısında BAŞKAN oldukça neşeliydi. Her soruya cesurca cevaplar verdi, basın mensuplarıyla şakalaştı. Keyifli olduğunda böyle yapardı.

' Herkes hiç olmadığı kadar rahat olsun, bu sefer o canavarın sadece belini kırmayacak, kafasını da koparacağız.' dedi. 

O gün köşke gelip gidenlerin çoğu oradan nasıl çıktıklarını, nefes almakta nasıl zorlandıklarını, holding binasına nasıl geldiklerini hatırlamadıklarını anlatacaktı günlerce. Ama hiçbiri bir daha böyle bir kâbus yaşamak istemediklerini de ekleyecekti gözlerden uzak Kulüp toplantılarında. Bir tanesi o gece altını ıslattığını çook sonra bir gazeteciye itiraf etmişti. “Hâlâ titriyorum anlatırken” diye de eklemişti.

Bu anlatılanların gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi yoktur. Zaten bizim gibi demokratik bir ülkede böyle şeylerin olması düşünülebilinemez değil mi?

Üstat Tevfik Yaşar Tekeli'ye teşekkür ederek yazımızın son kısmına ulaştık. 

Adettendir diyerek bir fıkra yazıyordum. Kasım kardeşim beni yormamak adına çizmiş. Bu hafta fıkranın karikatürleriniyayınlıyorum. Hem de iki tane.


Kalın sağlıcakla.