“Hem Şımarıklık, Hem Had Bilmezlik, Hem De Küstahlık!”

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
– “Hangi kumaştan sattın?”
– “Şu kumaştan efendim.”
– “Metresini kaça verdin?”
– “On akçeye.”
– “Nasıl olur?” diye hayret etti,
– “Beş Akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?”
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
– “Ne demekti hakkını helâl et?”
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı ve sordu:
– “Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?”
– Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.”



Kral,
– “İslâm nedir, Müslümanlık nedir? Haram nedir?” Gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Biraz inceledikten sonra fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk da Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece “5 Akçelik” kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık:
-“Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi. (Mehmet Paksu'dan alıntıdır)
***
HADDİNİ AŞANLARA
Halife Harun Reşit, Bermek olan veziri Cafer bin Yahya ile birlikte, Saray'ın bahçesinde gezerken, canı meyve çekiyor... Elmayı dalından koparmak için uzanıyor, ne var ki; orta boylu olduğu için, meyveye yetişemiyor!..
Veziri Yahya'ya diyor ki;
-“Omzuma çık, o meyveyi kopar ve bana ver!”
Vezir zayıf olduğu için, Halife'nin omuzuna çıkıyor ve meyveyi koparıp, veriyor...
Meyveyi yiyen Halife Harun Reşit, çok lezzetliymiş diyor;
-“Bana bahçıvanı çağırın... Bu lezzetli meyveden dolayı onu ödüllendireceğim.”
Zaten az ileride duran ve olan-biteni hayretle seyreden bahçıvan geliyor... Halife, ona;
-“Sana bir ödül vereceğim, dile benden ne dilersen” diyor...
Bahçıvan diyor ki;
-“Sultanım, sizden bir tek isteğim olacak... Bana, benim Bermeki sülalesinden olmadığıma dair bir belge verir misiniz?”
(Burada araya girerek Bermeki kelimesinin anlamını ve o denemdeki önemin açıklıyayım:
Bermeki ailesi Müslüman olmadan önce Belh şehrinde Budist rahipliği yapıyormuş. Seffah diye anılan kanlı hükümdarın zamanında ve Halife Mansur döneminde ailenin yıldızı parlar. Halid el Bermeki baş katipliğe kadar yükselmiş ve halifenin en güvenilir danışmanı olmuştur. Bu adamın torunu Cafer, Halife Harun Reşit'in çok sıkı dostu olur. Beraber büyürler. Bu köklü vezir ailesi;
Bermeki sülalesi çok güçlenir ve vezirlik makamına kadar yükselir. Herkesin Bermekiler'e yakın olmak istediği bir dönemdir.)

Halife Bahçivanın bu talebine çok şaşırıyor!..
-“Herkes devlet kademesinde görev almak için bir Bermeki şeceresi uydururken, herkes Bermeki olmaya can atarken, sen niye Bermeki olmadığına dair belge istiyorsun ki? Kaldı ki, sen bir Bermeki'sin!.. Bermeki olmaktan niye kaçınıyorsun?..”
Belgeyi almakta ısrar eden bahçıvan diyor ki;
-“Evet, bir Bermeki'yim. Ama, madem ki, benden bir istekte bulunmamı istediniz. Ben bu belgeyi istiyorum, başka da bir isteğim yok!”
Halife Harun Reşid de;
-“Madem ısrar ediyorsun, istediğin belgeyi vereceğim sana” diyor ve daha sonra da, o belgeyi veriyor bahçıvana...
Aradan yıllar geçer.
Halife Harun Reşit, bazı olaylardan dolayı yattığı uykudan uyanır. Gözleri açılır, kulakları duymaya başlar. Civar ülkelerden gelen uyarıların ve halktan yükselen tepkilerin, hiç de yersiz olmadığını düşünmeye başlar!
Bermekiler ; Halife Harun Reşit'in kendilerine beslediği “büyük güven ve yakın ilgi”yi istismar ederek, sadece Saray kademelerini değil, eyaletleri de kendi yandaşları ile yönetmeye başlamışlardır. Devletin her kademesini anlayacağınız bir “ur” gibi sarmışlar, en ücra yerlerine bile kendi adamlarını yerleştirmişlerdir!..
Yattığı derin uykudan uyanan Halife, Bermekilerin bir “devlet içinde devlet” kurmak için uğraştıklarını ülkenin her yanını ele geçirdiklerini” ve kendisini devre dışı bıraktıklarını fark edince, derhal emir verir:
-“Bermekiler'i kılıçtan geçirin! Yaşlılarını da zindana atın!”
Emir, yerine getirilir! Bermekiler öldürülür.
Halife'nin emri üzerine, görevliler bahçıvanın evine de giderler... Ya kılıçtan geçirecekler, ya hapse atacaklardır!..
Ama, bahçıvan hemen, Bermeki olmadığına dair Halife imzalı belgeyi gösterir!..
-“Gördüğünüz gibi, ben Bermeki değilim”der ve kellesini kurtarır!..
Kılıçtan geçirme ve zindana atma operasyonu sona erince, Harun Reşit, son durumu öğrenmek için kurmaylarını toplar ve sorar;
-“Emrimi yerine getirdiniz mi?”
Kurmaylar der ki;
-“Listedeki herkes; ya kılıçtan geçirildi, ya zindana atıldı... Sadece bir adam kaldı... Ama, ona dokunamadık, çünkü elinde sizin imzaladığınız bir belge vardı!”
Halife;
-“Hatırladım ben onu... Onu bulun ve bana getirin” der...
Bahçıvan huzuruna getirilince, Harun Reşit sorar adama;
-“O gün, Bermeki olmadığına dair, benden ısrarla belge istedin. Ben de verdim. Peki, bugünlerin geleceğini nereden anladın da o belgeyi istedin?”
Bahçıvan der ki;
-“Sultanım; hani, o elmayı koparmak isterken, vezir sizin omzunuza basmıştı ya. İşte o an dedim ki; eyvah, bizim sonumuz geldi!”
Harun Reşit, araya girip;
-“Ama ben söyledim omzuma basmasını” deyince, bahçıvan der ki;
-“Fark etmez sultanım... Sizin, Sultan olarak, vezirinizin omuzunuza basmasını istemeniz bir alicenaplıktır, büyüklüktür... Siz istemiş olsanız bile, vezirinizin omuzunuza basması ise; hem şımarıklık, hem had bilmezlik, hem de küstahlıktır! Sizin omuzunuza basıp meyveyi koparmak yerine, pekâlâ beni çağırabilir ve benden isteyebilirdi! Bir adam, vezir de olsa, sultanının omzuna basacak kadar cüretkâr ve had bilmez olduysa, bunun sonu felâkettir! Ben, işte o gün bu felâketi gördüm ve sizden o belgeyi istedim.”

Görenlerden, hissedenlerden olmanız dileğiyle;
Kalın sağlıcakla.