Dikkat Edin, İçinden Cin Min Çıkar!

Ersoy BABA

Ersoy BABA

Merhaba Gazetemizin değerli okurları. 
 

Merhaba binlerce haber sitesi arasından gazetemize tıklayıp giren, girdikten sonra da benim yazıma tıklayıp okuyan vebenim için 2 kat daha değerli hale gelen okurlarım.

Geçen haftadan bu yana uzun bir aradan sonra yine bu sütunlardayız. Bu haftaki yazımız gerçek hatıraları konu alıyor. Diyeceksiniz ki “Ersoy baba yine anılarla tınılarla yazıyı geçiştirmiş”. İnanın bu haftaya sığdırmak için olayları çok kısalta kısalta yazdım.

Kısalta kısalta deyince aklıma bir hatıram geldi. 

Bundan çok uzun yıllar önce şimdilerde kazık kadar olup bana tepeden bakan çocuklarım henüz bebek sayılan yaşlardaydı. Ailece İstanbul'dan çıkıp köyümüze gidiyorduk.  Yolculuk sırasında küçük oğlum uykusundan aniden sıçrayıp çığlık çığlığa ağlıyordu. Birkaç gündür bu uykudan sıçrayarak çığlık çığlığa ağlamalar vardı, ama yol boyunca bu durumu daha sık yaşamıştık. Çocuğu sakinleştirmek için uygun bir yerde durup mola veriyorduk. Tekrar uyutup yola çıktığımızda aynı çığlıkları tekrar duyuyorduk. Bu molaları 5 saatlik yolda 10-15 kere yapmak zorunda kalmıştık. Köyümüze geldiğimizde durumu büyüklere anlattık.

-“Korku” dediler. 

-“Kütahya Zafertepe Çalköy'de korku çıkaran bir kadın var. Hemen ona götürün”

-Korku bir çocuğa nasıl yerleşir? Korku çıkarmak nedir? Korku çıkarmak nasıl bir operasyondur? Kesecek mi? Biçecek mi?

Bu sorular kafamızda döne döne köyden tekrar yola koyulup Zafertepe Çalköy'e gittik. Sora sora o “Korku çıkaran” teyzeyi bulduk. Yaşlıca biriydi. (Şimdi o yaşlardayım. Bana “yaşlıca biri” deseler bozulurum.) Bizi içeri aldı. Çocuğa biraz okudu. Sonra:

-“Bu çocuğu korkutmuşlar” dedi. Eline 50 santimlik bir ip aldı. Okuya okuya ipe düğüm attı. Yaklaşık 10-15 düğüm atınca tekrar okuya okuya düğümleri çözdü. İpin üzerindeki düğümler çözüldüğünde ipin yarı yarıya kısaldığını hayretler içinde seyretmiştik. “Geçti-gitti!” deyip bizi gönderdi. Çocuktaki korku gerçekten geçip gitmişti. Bir daha da olmadı.

Ertesi sene yolumuz Zafertepe Çalköy'den geçtiğinde teyzemize teşekkür babında uğradık. Birkaç ay önce vefat etmiş. Belki el verdiği ve bu tedaviyi yapan birileri vardır. Bilemiyorum. Ama bildiğim böyle bir tedavi var. Böyle “bir alternatif tıp” var.  İhtiyaç olursa araştırıp bulursunuz.

***

Gece yarısına kadar toplantı yapmıştık. Fabrika şehrin yeni sanayi bölgelerinden birindeydi. Baya bir geç saatte çıktık. Evlerimize varmamız bomboş şehirlerarası yoldan gitmemize rağmen 40 dakika sürüyordu. Bizden 10 dakika kadar önce yöneticilerden biri beyaz aracıyla hareket etmişti. Arabanın renginin ne alakası var demeyin. Alakası olmasa yazmazdım. 

Biz de arkasından 2-3 araba ile yola çıktık. Yolumuz üzerinde iki kasaba vardı. Henüz birine varmak üzereydik ki araba farında bizden yana koşan birini gördük. Bu az önce yola çıkan arkadaşımızdı. Son anda tanıdık. Hemen durduk. Perişan haldeydi.

-“Kaza oldu! Kaza yaptım” diye çığlık atarcasına bağırdı. Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Onu da yanımıza alıp 400-500 metre ilerideki kaza mahalline ulaştık. Araba yolun stabilize kısmında duruyordu. Az gerisinde de yerde boylu boyunca yatan yaşlı bir adam.

Adamı yokladık. Yaşıyordu. O zamanlar Ambulans sadece filmlerde gördüğümüz bir sağlık hizmetiydi. Bizde de vardı. Ancak aradığınızda önce hizmet bedeli konusunda anlaşmanız gerekiyordu. İstanbul taksileri gibiydiler:

nereye gideceğini, olayın cinsini, kaç kişi olduğunu, ekstra bir sağlık görevlisi gerekiyorsa onun bedelini, polisiye olay ise orada ne kadar beklenileceği, vefat olur da savcı gelirse geçen sürenin fiyatlandırılması” gibi birçok konunun da önceden anlaşılması gerekiyordu. 

Biz yaralıyı kendi aracımıza aldık. Arka koltuğa yatırdık. Hastaneye gittiğimizde kazazedenin hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Sabaha kadar bir sürü polisiye prosedür geçirildi. 

Ertesi gün kazazede defnedildi. 3. Gün bir ekip oluşturup rahmetlinin ailesine Büyük bir tepki ile karşılaşacağımızı da göze alarak başsağlığına gittik. Evde yaşlı hanımı, bir genç kızı vardı. Bizi beklentimize göre oldukça iyi karşıladılar. Oturduk. Baş sağlığı dileklerimizden sonra hanımına sordum:

-“Rahmetli gecenin bir yarısında kasabanın bayağı bir yukarısına düşen o yolda ne yapıyordu? O saatte bir yere mi gidiyordu?”

-“Kocam pek o tarafa gitmezdi. Bahçeden eve, evden bahçeye. Ama 3 gün öncesinden itibaren her gece bu saatlerde o yola gidiyordu. “Orada ne işin var bu saatte?” diye sorduğumda da:

-“Beyaz bir araba gelip beni alacak. Ona gidiyorum” diyordu. 3. gün gelen araba beyazmış zaten.”

Şaşırmıştık. Hayretle dinlemeye devam ettik.

-“O sebeple biz bekliyorduk bir felaketi. Allah yazmış. O da hissetmiş. Kader işte!”

***

İster “alaca karanlık kuşağı” diye takılın, ister başka şekillerde. Bu işin mutlaka manevi bir açıklaması var. 

Bir arkadaşım vardı; Hakan. Manevi yönü kadar aldığı el ile güçlenmiş bir yönü de vardı. Ben şahidim ki Hakan bu marifetini hep hastalara ve mağdurlara şifa olarak kullandı. Bu uğraşlarından dolayı da kimseden bedel talep etmeyen, Allah rızası için yapan biriydi. 

Hakanlar 2-3 aile günü birlik piknik yapmak üzere Çorum'da yayla yolunda gidiyorlar. Böyle kalabalıklarda bazı malzemeler haddinden fazla alınır, bazı malzemeler de “Nasıl olsa diğerleri almıştır” diye hiç alınmaz. O da en önemlisidir. Bunlar da kimse tarafından ekmek alınmadığını fark etmişler. Bir köyün içinden geçerken Hakan:

-“Siz devam edin. Biz buradan birinden ekmek bulup arkanızdan geliriz.” Der.

Öğretmen arkadaşı ile birlikte köyün içinde birkaç eve uğrarlar. Birinden ekmek bulurlar. İhtiyaç kadar ekmeği satın alıp arabaya geri dönerlerken Hakan evin birinin önünde duraklar. Bir müddet evi seyreder. Sonra evin kapısını çalar. Biraz bekleyip tekrar çalar. Bir süre sonra orta yaşlarda bir adam kapıyı açarak:

-“Buyurun?” der, soru soran gözlerle.

-“Bu evde bir hastanız mı var?”

Ev sahibi garipseyerek “size ne?” dercesine elini ve başını sallar. 

-“Var. Var da… Siz? Neden sordunuz?” 

-“Müsaadeniz varsa ben bir bakayım hastanıza. Belki Allah'ın izniyle ona şifa olurum. Müsaade var mıdır?

Bir pazar sabahı biri kapınızı çalıyor ve size içerde kötü gidenbir şeyleri düzelteceğini söylüyor. Garip durum. Ama ev sahibi ne diyeceğini ne yapacağını bilemeden kapıyı iyice açıp kenara çekilir. 

7 ay önce askerden gelen oğlu durup dururken pelte gibi yatağa düşüp, bakıma muhtaç hale gelmiş. Hangi doktora, hangi hastaneye götürdülerse şifa bulamamışlar. Her gün vücudunun altta kalan kısmının ezilip çürümemesi için birkaç kere sağa sola döndürmekten başka ellerinden bir şey gelmemiş

Hakan okumalarını yapar. Uzunca bir süre sonra bir yandan okumaya devam ederek kalın kütüklerden oluşan tavana ellerini yöneltir. Duvar ile tavanın birleştiği yerden duvar boyunca yüzlerce küçük yılan dökülmeye başlar“Pıt, pıt”yere düşen yılanlar hemen ölüyor. Yaşlı karı, koca ve öğretmen dehşet içinde geri kaçarak olayı seyreder. Hakan işlem bittiğinde ev sahibinden kürek ve süpürge ister. Hepsini bizzat kendi süpürüp ortadan kaldırır. Sonra yatakta yatan gence döner.

-“Hadi yavaş yavaş kalkıp oturalım” der. Yardım ederek gencin yatakta oturmasını sağlar. O güne kadar pelte gibi yatan genç biraz destekle yavaş da olsa doğrulup oturur. Anne ve baba şaşkındır. Gözlerine inanamazlar. 

Daha sonra ayağa kalkma hareketi yaparlar. Genç ayağa kalkar. Ancak 7 aydır yatmaktan pasifize olmuş kasları onu fazla ayakta tutamaz. Hakan:

-“Çocuğunuza büyü yapılmış. Ben üzerime düşeni yaptım. Allah'ın izniyle çözdüm. Bundan sonrası sizin gayretinize bağlı. Fizik tedavi ile normal hayatına döner. Allah şifa versin. Bana müsaade.”

7 aydır yerinden santim kıpırdamadan yatan çocuklarının bu hali anne ve baba için müthiş bir sevinç olmuştur. Baba içeri koşup elinde anahtarlarla gelir:

-“Bana dünyaları verdin. Elimde arabam ve traktörüm var. Dilediğini al. Senin olsun. İstersen ikisini de al.”Diyerek uzatır.  Hakan tebessüm eder. 

-“Arabantraktörün için gelmedim. “Allah razı olsun” de yeter.” Der ve pikniğe katılmak üzere yola çıkarlar.

Çok daha dehşetlisini ben kendim yaşayarak şahit oldum. Bizzat başına gelmeyenler bunları fantastik, uydurma hikayeler olarak yorumlayabilirler. Ancak gördüklerimizin dışında göremediklerimizin de varlığı kesin. Allah görmemizi istemediğine, o konuda bir engel koyduğuna göre o alemleri zorlamamak lazım.

Bu hafta da yazı bitiverdi. Durun hemen gitmeyin. Çay koydum. Fıkrayı da okutmadan asla bırakmam.

***

 

Adamın biri İzmir Seferihisar'da kumsalda yürürken ayağı parlak bakır bir maddeye takılmış. “Bu nedir ki?” diyerek etrafındaki kumları eşeleyip çıkardığında bunun “Alaattin'in lambası”masallarındaki gibi çok eski bir gaz lambası olduğunu görmüş.

-“Acaba masaldaki gibi biraz elimi sürtüp okşasam bunun içinden de cin min çıkar mı?” Diye düşünmüş. Kendine gülmüş. Ama dayanamayıp eliyle de öylesine okşamış.

Birden lambanın fitil çıkan uzun kısmından “pof” diye dumanlar çıkmış. Dumanların arasından da sinirli biri. Elleriyle dumanları kovaladıktan sonra kendisini lambadan çıkararak rahatsız eden adama dönmüş. Sert bir bakış atıp:

-“Bu hafta 4. Oldu. Bi rahat bırakmadınız. Şimdi sen de 3 dilek dilemek hayalindesin. Yok öyle 3 dilek. Sadece bir dilek hakkın var. İyi düşün ve söyle.”

Adam biraz durakladıktan sonra:

-“Hep Hawaii Adalarını merak etmişimdir. Beni oraya götür. Dilediğim kadar tatil yapayım. Ama ben deniz yolculuğunu hiç sevmem. Sürekli kusarım. Beni deniz tutar. Uçak yolculuğu desen benim fobim. Uçaktan dehşet korkarım. Bani karayoluyla Hawaii adalarına götür.”

Cin:

-“Saçmalama! İzmir Seferihisar'dasın. Buradan oraya Ege adalarını geçecek, Akdeniz'i aşacak, oradan okyanusu geçip Hawaii Adalarına köprü ve karayolu yapmamı gerektirecek bir dilek diledin. Okyanusa binlerceyi geçtim bir tane köprü ayağı bile dikmek beni zorlar. Bu imkânsız. Başka bir dilek dile.”

Adam dileği gerçekleşmediği için üzülür. Yeni bir dilek için biraz düşünür ve:

-Ben 3 kere evlendim. Eşlerim hep kendilerini anlayamadığım ve duyarsız olduğum için beni terk ettiler. Bana öyle bir maharet kazandır ki kadınlar ne düşünürler, ne isterler, ne dediklerinde aslında ne demiş olurlar? Kadınları anlamamı sağla. Dileğim bu!”

Cin biraz afallamış. Düşünmüş. Adamın çevresinde bir iki tur atmış. Sonunda çaresiz bir şekilde sormuş:

-“Hawaii'ye yapılmasını istediğin karayolu kaç şeritli olsun?

***

Çay da demini almış. Siz uzanıp dinlenin. Biliyorum ki tek tek dolaşıp size çay servisi yapmam kadınları anlamaktan daha kolay. Ama üzerimde de pazar günü üşengeçliği var. Bu hafta ben içeyim. Haftaya Allah Kerim. 

“Anlayana kadar” kalın sağlıcakla.