9.girişimsel Radyoloji Yıllık Toplantısı

Türk Girişimsel Radyoloji Derneği tarafından düzenlenen 9.Girişimsel Radyoloji Yıllık Toplantısı, Antalya Belek’te devam ediyor.

Kongre ile ilgili yapılan basın toplantısında konuşan Türk Girişimsel Radyoloji Derneği 2014 GR Bilimsel Komite Başkanı, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi Radyoloji Anabilim Dalı Girişimsel Radyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Levent Oğuzkurt dünyada doğal afetler dahil tüm ölümlerin yüzde 50’sinden fazlasının damar tıkanıklığına bağlı rahatsızlıklardan kaynaklandığını söyledi.


Şu an için yapılacak en uygun tedavi yönteminin bu hastalık olduğunda tıkanan damarın açılması olduğunu ifade eden Prof.Dr. Oğuzkurt, şöyle konuştu: "Son 10 yılda farklı şeyler ortaya çıktı. Stentler ilk olarak kalpte denenmişti. Kalp dışındaki girişimleri girişimsel radyoloji yapmaya başladı.

Yaşam uzadıkça diyabet artıyor. Bu arttıkça böbrek rahatsızlıkları, ayak yaraları gibi hastalıklar ortaya çıkıyor. Biz vücuttaki her damarı açıyoruz. Sıkıntımız açık tutmak oluyor. Bunun için yeni yöntemlere ihtiyacımız var. Cerrahi güzel bir yöntem, damar tıkandığı zaman onu bırakıp, yeni bir köprü ya da bir yapay damar yerleştiriliyor. Günümüzde yiyecek, içeceklerde doğallığı kaybediyoruz. Her şey daha katkılı, buna bağlı kanser ve kalp krizleri artıyor bir sürü gelişmiş toplum hastalığı başlıyor."

ANJİYO İLE BİR DOĞALA DÖNÜŞ
Damar açılmasında anjiyo ile bir doğala dönüş olduğunu hatırlatan Prof.Dr. Oğuzkurt, sözlerine şöyle devam etti: "Bu önemli bir tedavi çünkü hasta için ameliyattan kurtuluyor. Narkoz almıyor. İşleme bağlı hastalıkların en az olduğu bir yöntem. Ayak damarlarında en basit olan rahatsızlık yürümekte ağrı yapar. İkincisi ayağı tehdit eder. Bu tür insanlarda yaşam tehdidi başlar. Ayak diyabeti olan bir hastanın kaybedilme riski bir yıldır. Ayak yarasını oluşturan damar hastalığı çok yaygındır. Ayak yarası olan bir insanda yaşamda kalma ihtimali çok ciddi şekilde düşer. Ölüm risk faktörleri vardır. Bir insanda herhangi bir damarda yüzde 50’yi aşkın bir darlık oldu. O insanın normal insanlar gibi yaşam sürdürme olanağı yoktur. Bizim yapacağımız şey damar kireçlenmesini giderme şansımız yok. Biz sadece o uzva giden damarları açarak onun gerçekleşmesini önlemeyi sağlamak. Stentlere çok ciddi eklemeler yapıldı. İlaç salan stentler kullanılmaya başladı.

Önce kalpte başladı.

Diğer damarlarda yeni yeni ortaya çıktı. Eriyen stentler çıktı. Yeni dizayn stentler çıktı. Sonuçta, son 10 yılda teknoloji burada çok ciddi şekilde önümüzü açmaya başladı.

Son 10 yıldaki gelişmeler damar hastalıklarını yenmede, doğal yolun gelişiminde bize büyük katkı sağladı. Özellikle ayak yarasını yara olarak görmeyip, o insanın hayatını tehdit eden bir hastalık olarak görüyoruz. Bunlarla ilgili tedavi işlemleri, Avrupa ve dünya tümüyle bu ayak yaralarına yönelmeye başladı, bu geleceğin bir hastalığı olduğu için. Girişimsel radyoloji çok büyük bir rol oynuyor burada. Ama şu an ülkede birçok merkezde tıkalı damarla yaşamak zorunda kalan insanlar var. Slogan yapay yoldan çıkıp doğal yola geçmek. Mümkün olduğunca tüm damarları açarak insanları hayatta tutmak olacak."

TEKNİKLER GELİŞTİKÇE DOKUNULAMAZ HASTALARIN TEDAVİLERİ YAPILABİLİR HALE GELDİ
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Başkanı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk de, 9.Girişimsel Radyoloji Yıllık Toplantısı'nın yüksek düzeyli ve merak uyandıracak bir bilimsel programla düzenlendiğini ifade etti.

450 katılımcının takip ettiği toplantıda girişimsel radyolojideki bilimsel son gelişmelerin ve güncel uygulamaların sunulması ve karşılaşılan sorunlara çözüm üretilmesinin hedeflendiğini hatırlatan Prof.Dr. Öztürk, şunları söyledi: "Bilimsel programda yer alan konular alanlarında uzman değerli ulusal ve uluslararası bilim insanlarının katılımıyla tartışılıyor. 38’i oturum başkanı olmak üzere 73 konuşmacının yer aldığı toplantıda, paralel olarak devam eden iki salonda 16 oturum düzenleniyor. Ayrıca, 10 Çalıştay Grubu, 2 uzmanıyla tartışma oturumu da programda yer alıyor."
Konuşmasında girişimsel radyolojinin sorunlarına da değinen Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk, girişimsel radyologların, görüntüleme kılavuzluğunda minimal invaziv yöntemlerle perkütan (ciltten girilerek) tedaviler yaparak, diğer klinik branşlara birçok konuda yardımcı olduklarını belirtti.

Prof.Dr. Öztürk, temeli 20-30 yıl öncelere dayanan girişimsel radyolojik tedavilerinde işlemlerin çeşitliliği, karmaşıklığı ve derinliği son zamanlarda çok arttığını, bu şekilde çok geniş bir spektrumdaki işlemlere özgü yöntem ve teknikler geliştikçe, daha kritik ve dokunulamaz hastaların girişimsel tedavileri yapılabilir hale geldiğini söyledi.

GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ BİLİM DALI OLARAK KABUL EDİLMELİ
Öztürk, bu kadar önemli işler yapan girişimsel radyolojinin daha da yaygınlaşması ve daha fazla vatandaşımıza hizmet sunabilmesi için bazı resmi engeller bulunduğuna dikkat çekti. Prof.Dr. Mehmet Halil Öztürk, bu konuda en önemli sorunun bu branşın bağımsız ayrı bir bilim dalı olmaması olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti: "Çözüm, girişimsel radyolojinin resmi olarak yan dal kabul edilmesidir. Bu sayede, konuya ilgi duyan hekimler daha kolay yetişebilecektir. Ancak daha da önemlisi bu sayede hastalarımız bizlere doğrudan ulaşabilecektir. Çünkü ayrı bir yan dal olarak tanımlanmadığınızda hastalarımızın resmi olarak doğrudan başvurma hakları olmamaktadır. Şu anda hastalarımız bize diğer resmi klinik branş hekimleri tarafından yönlendirilmektedir. Bu durum ise birçok karmaşık sorunlara neden olabilmektedir. En büyük sorun işlem yapılması için girişimsel radyoloji bölümüne hastane dışından gönderilen hastalarda yaşanmaktadır. Çünkü hastalar girişimsel radyoloji polikliniğine kabul edilemediği (radyoloji polikliniği olmaması nedeniyle) için, ilgili diğer bilim dalına gönderilmektedir. Bu da şu sorunlara neden olmaktadır. Gönderilen bölümdeki ilgili doktor, hastayı detaylı olarak bilmediğinden aynı tetkikleri tekrarlamakta, gecikmekte, bazen bu işlemi hiç istememekte veya bu hastayı yanlış yönlendirmektedir. Diğer yandan bir başka hastaneden girişimsel bir işlem için gönderilen hasta acilden ya da diğer klinik branşlara uğramadan doğrudan girişimsel radyoloji polikliniğine başvurabilirse hem diğer bölümlerin gereksiz iş yükü azalacak, hem de hastalar için zaman kaybı engellenmiş olacaktır."
Aynı hastaneden girişimsel radyolojiye muhtemel bir tedavi için değerlendirme amacıyla gönderilen bir hastada pratikte çok sorun olmadığını kaydeden Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk, şunları söyledi: "Ancak bu hastaların bile poliklinik ortamında en iyi şekilde değerlendirilebileceği aşikardır. Çünkü girişimsel radyolojide yapılan işlemlerin son yıllarda giderek artması nedeniyle takip hastaları diğer klinik branşların polikliniklerinde üstün körü ele alınmakta (çünkü asıl tedavisi girişimsel radyolojide yapılmış), bundan dolayı çok sayıda hasta işlem sonrası doğrudan girişimsel radyolojideki doktoruna kontrole gitme ihtiyacı hissetmektedir."
Girişimsel radyolojinin yan dal olmaması nedeniyle gerekli hallerde hasta yatırma ihtiyacı duyulduğunda da sorun çıktığına dikkat çeken Prof.Dr. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu da özellikle hastane dışından girişimsel radyoloji bölümlerine gönderilen hastaları mağdur eden durumlara neden olmaktadır. Burada sorunlar yukarıdakilere benzer tarzdadır. Hastayı yatırarak tedavi etmemiz gereken durumlarda, yine ilgili diğer bilim dalına göndermemiz gerekmektedir. Bu durumda hastalar çoğu zaman bu branşlar tarafından yeterince sahiplenilmemekte, yatışı gecikmekte veya hastanın girişimsel radyolojiye ulaşmasına mani olunmaktadır. Hele acil durumlar söz konusu olduğunda çok daha dramatik tablo oluşabilmektedir."

AÇIK TÜTÜN İÇMEK FELÇ SEBEBİ
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Genel Sekreteri Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof.Dr. Akif Şirikçi de felç ile ilgili açıklamalarda bulundu. Felç rahatsızlığının dünyanın en büyük problemi olduğunu, istatistiklere göre üçüncü ölüm sebebi olduğunu ifade eden Prof.Dr. Şirikçi, şunları söyledi: "Ama yaşayan insanlar içinde sakatlık, norolojik hasarlar ilk sıralarda. Şüphesiz bir kısmı önlenemez ama üçte birlik bölümü erken tanıyla önlenebilir bir hastalık. Yeme içme, hareketsiz yaşam, beraberinde hayat süresini uzaması, özellikle açık sarma şeklindeki tütün damar kireçlenmesi hastalıklarına ciddi zemin oluşturuyor. Rakamlarla yine 2000'li yılların başlarından bu yana binin üzerinde hastaya müdahale edip tedavi etmeye çalıştık. Burada ilk adım tanı. Radyojoglar olarak burada iyi değerlendirip zamanında yönlendirirsek, stent dediğimiz tedavi şekilleriyle hiç kesmeden 1 gün hastanede kalarak tedavi edilebilecek bir hastalık. Tek şart halkın bilinçli olması ve başvurdukları hekimlerin böyle bir tedavi şeklinin olduğunu bilmesi. Felcin bir kısmı ailesel genetik sebeplerden dolayı önlenemeyen, bir kısım ancak diğer risk faktörleri, tansiyon şeker sigara kullanımı gibi hastalıklar kontrol altına alınabilir. Kişi damar kireçlenmesi dediğimiz hastalıkla ömür boyu devam etmek zorunda. Risk faktörlerini kontrol edilmesi ve halkın uyarılması hem ülke ekonomisi, hem ailesel dramlar düşünüldüğünde cok önemli hale geliyor."

KANSER TEDAVİSİNDE TÜMÖR YAKMA YÖNTEMİ
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Fatih Gülşen de kanser tedavisinde tümör yakma yöntemi hakkında bilgi verdi. "Kanser halihazırda dünyadaki en önemli sağlık sorunlarından biridir ve görülme sıklığı giderek artmaktadır" diyen Doç.Dr. Gülşen, değişik girişimsel radyolojik işlemlerin kanserle mücadelede çok önem kazanmaya başladığını anlattı. Bunların en önemlilerinin tümöre ciltten ulaşılarak yapılan yakma işlemleri ve tümöre damar içinden ulaşılarak yapılan tedavi olduğunu anlatan Gülşen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Tümör yakma işlemleri, çok büyük boyuta ulaşmamış tümörlerde cerrahi çıkarmaya benzer oranlarda kanseri ortadan kaldırabilen tedavilerdir. Tedavi edici nonvasküler (damar dışı organlarla ilgili) girişimsel radyolojik uygulamalar, değişik anatomik bölgelere ve hastalıklara göre çok çeşitli olup, abse/kist tedavileri gibi sıvı drenajlarını, böbrek veya safra kanallarına yönelik katater girişimlerini, radyofrekans veya mikrodalga ablasyon gibi tümör yakma işlemlerini içermektedir. Abse veya kist gibi hastalıklı sıvı toplanmaları görüntüleme eşliğinde özel iğneler ile cilde geçilerek ve buralara kateter yerleştirerek boşaltılıp tedavi edilebilirler. Bu yöntemle böbrek kistleri, kist hidatik gibi bir zamanlar ancak cerrahi yöntemle tedavi edilebilen hastalıklar, kolaylıkla ortadan kaldırılabilmektedir."
Tümörlerde radyofrekans veya mikrodalga enerjileri bir iğne ile hastalıklı bölgeye, görüntüleme eşliğinde iletilerek yüksek ısı oluşturulduğunu anlatan Doç. Dr. Fatih Gülşen, şunları kaydetti:
"Bir diğer ifade ile tümör yakılarak ortadan kaldırılmaktadır. Kanser dokusu bu ısı ile tahrip edildikten sonra iğne çıkarılmaktadır. Bütün bu işlemler hasta açık ameliyata gitmeden, 1-2 günlük hastane yatış süresi ile gerçekleştirilir ve hasta işlem sonrası günlük hayatına kısa sürede geri dönebilir. Bu yöntem en çok karaciğer tümörlerinin tedavisinde kullanılmaktadır. Bununla birlikte potansiyel olarak birçok tümörde kullanılabilecek bir yöntemdir. Bu tedavi hipertermi tedavisi olarak bahsedilen ısıyla tedavi işleminde farklıdır. Hipertermi tedavisinde vücudun tümü veya bir kısmı 40-42oC ısıtılarak kanser hücrelerinin zayıflaması, hasarlanması amacıyla yapılır, kemoterapi ve radyoterapi gibi tedavileri tamamlayıcı bir yardımcı tedavi yöntemidir. Tek başına tümörü öldürme yeteneğine sahip değildir. Ancak, radyofrekans veya mikrodalga yöntemlerinde vücut veya vücudun bir parçası değil direkt olarak tümörün kendisinin yok edilmesi hedeflenir ve ısıtma işlemi değil 60-100oC sıcaklık ile yakma işlemi uygulanır. Bu tedavi yöntemi ilk olarak 1990 yıllarda hastalarda uygulanmaya başlanmıştır ancak son 10-15 yıldır sıklığı gittikçe artan oranda ülkemizde yapılmaktadır. Bu tedavi yöntemi uygun hasta grubunda kullanıldığında tümörlerin yaklaşık yüzde 90’ının yakılabildiği ortaya konmuş olup hastaların 5 yıllık sağ kalım oranları da yüzde 65’lere varabilmektedir."
Kaynak: İHA