40. Ulusal Hematoloji Kongresi

Türk Hematoloji Derneği Genel Sekreteri ve Kongre Sekreteri, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Demir, tromboza bağlı olarak organ yetersizlikleri ve sakatlıkların ortaya çıkabildiğini belirterek, "Dünyada ölüm nedenlerinin ilk sırasında tromboza yol açan kalp-damar hastalıkları gelmektedir.

40. Ulusal Hematoloji Kongresi
Özellikle hastanede yatan hastaların en önemli ölüm nedenlerinin başında pulmoner emboli gelmektedir" dedi.

Türk Hematoloji Derneği tarafından düzenlenen 40. Ulusal Hematoloji Kongresi, Antalya’nın Serik ilçesi Belek turizm merkezinde Titanic Otel’de gerçekleştirildi.

Düzenlenen basın toplantısında konuşan Türk Hematoloji Derneği ve Kongre Başkanı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Teoman Soysal, kongrenin Türkiye’nin en önemli organizasyonlarından biri olduğunu söyledi.

Kongrenin içeriği hakkında bilgi aktaran Prof. Dr. Soysal, "Kongreye 17 konu başlığında toplam 539 bildiri gönderildi. Bunlar arasından seçilen 72 bildiri sözel diğerleri ise poster olarak sunuldu. Kongreye sunulmak üzere gönderilmiş çok merkezli çalışmalardan seçilen 6’sı Türk Kan Bilim Ağı(TÜRKBA) oturumunda sunuldu. Hakemler tarafından çalışmaları başarılı bulunan 22 genç bilim insanına da kongreye katılabilmeleri için genç katılımcı ödülü verildi.

Ulusal Hematoloji Kongresi’nde Türk Hematoloji Derneği tarafından hazırlanan, çeşitli kan hastalıkları ile ilgili yeni veya güncellenmiş tanı ve tedavi rehberleri, kitaplar ve benzeri basılı bilimsel kaynaklar hematologlara ulaştırılacak" diye konuştu.

"KÜR SAYISI ARTTIKÇA YAŞAM KALİTESİ DÜZELİYOR"
Kan hastalıklarında yeni bilimsel gelişmeler hakkında bilgi veren Prof.Dr. Soysal, bu noktada yaşlı akut lösemiler için yapılan çalışmayı paylaştı. Prof.Dr. Soysal, 16 farklı hematoloji merkezi tarafından yapılan ortak bir araştırma sonuçlarını ise şöyle aktardı:
"2009-2014 yılları arasında 60 yaş üstündeki 130 hastanın sonuçlarına göre kemoterapi dışı yeni bir tedavi yöntemi ile elde edilen sonuçlar ortaya kondu. Bu tedaviler lösemi seyrinde önemli klinik düzelmelere yol açmıştır. Uygulanan kür sayısı arttıkça hastaların yaşam kalitesinde düzelme görülmüştür. İleri yaşta olmaları nedeniyle standart kemoterapilerle tedavilere uygun olmayan hasta grubunda yeni ilaçlar yeni bir tedavi kapısı açmıştır."

YARI UYUMLU NAKİLLER
Türk Hematoloji Derneği İkinci Başkanı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hale Ören de tam uyumlu kemik iliği vericisi bulunamayan hastalar için alternatif bir nakil yöntemi olan yarı uyumlu nakillerin, tam uyumlu nakillerden bir farkının bulunup bulunmadığı hakkında açıklamalarda bulundu. Kemik iliği veya kan kök hücre nakli bazı kan hastalıklarının en önemli tedavi yöntemlerinden biri olduğunu altını çizen Prof. Dr. Ören, "Tam uyumlu vericiden nakil yapılması ideal hedef olmakla birlikte, bazı koşullarda hastalara tam uyumlu verici bulunamayabiliyor. Bu koşullarda hastaların nakil tedavisi olabilmelerini sağlayabilecek alternatif nakil türleri ile veya farklı vericilerden nakil yapılması önem kazanmıştır. Bu yöntemlerden birisi tam uyumlu olmayan ya da yarı uyumlu vericilerden yapılan nakillerdir. Ülkemizde de son yıllarda bu konuda başarılı çalışmalar yapılmakta olup çok sayıda hastaya faydalı olunabilmektedir" diye konuştu.

Prof.Dr. Ören şöyle konuştu:
"Kongrede yarı uyumlu (haploidentik) vericilerden yapılan nakillerin tam uyumlu vericilerden yapılan nakillerin sonuçları ile karşılaştırıldığı bir çalışma sunuldu. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, akut lösemi tanısıyla yarı uyumlu vericilerden nakil yapılan 49 hastanın nakil sonrası verileri tam uyumlu 70 hastanın verileriyle karşılaştırıldığında nakil sonrası sağkalım, hastalıksız yaşam ve erken dönem hayati düzeyde komplikasyonlar açısından yarı uyumlu nakillerin diğer tam uyumlu nakillere göre istatistiksel düzeyde herhangi bir olumsuzluk taşımadığı, başarı oranlarının bu anlamda farklı olmadığı anlaşılmıştır."
Prof. Dr. Hale Ören, "Günümüzde 60’dan fazla ruhsatlı kemik iliği nakli merkezi mevcuttur ve 38 kadarı halen Avrupa Kan ve Kemik İliği Nakli Derneği üyesidir. Dünyada yılda 60.000 nakil gerçekleşmektedir. Türkiye’de 2000 yılında toplam 293 nakil gerçekleşmişken 2013 yılının ilk 6 ayında bu sayı 1500 dolayındadır. 2012 yılında 2500’ü aşan kemik iliği nakli yapılmış, bunların yüzde 54.6’sı otology (kendinden), yüzde 34’ü allojeneik (başkasından) kök hücre nakli olarak bildirilmiştir. Otolog ve allojeneik kök hücre nakil merkezlerinde çalışan hekim, hemşire ve diğer görevlilerin başarıları, artan deneyimleri, tedavideki gelişmeler sonucunda sağ kalım oranları ülkemizde belirgin artmış ve evrensel ölçütlere ulaşmıştır" dedi.

TALASEMİ’DE DEMİR BİRİKİMİ ENGELLENMELİDİR
Türk Hematoloji Derneği Genel Sekreteri ve Kongre Sekreteri, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Demir ise talaseminin kalıtsal bir kan hastalığı ve bir hemoglobin bozukluğu olduğunu kaydetti.

Hastalığın genetik olması nedeniyle kesin tedavi şeklinin hemopoietik kök hücre nakli olduğunu işaret eden Prof. Dr. Demir, "Ancak hemopoietik kök hücre nakli her hastaya yapılamamaktadır. Bunun yerine düzenli kan vermek günümüzde en iyi seçenektir. Yalnız kan verilmesi vücutta demir birikimine yol açmaktadır. Demir birikimi başta kalp yetersizliği olmak üzere pek çok sakatlık ve ölümlere yol açabilmektedir. Kan verirken, demir birikimini engelleyen ilaçların kullanılması yaşamsal derecede önemlidir. Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Hematoloji Ünitesi’nden yapılmış bir çalışmaya göre, 7 yaşından büyük 1 yıldan uzun süre demir birikimini engelleyen ilaçları kullanan 37 hastanın sonuçlarına göre, demir birikimini engelleyen ilaçlar kalpte ve endokrin bezlerde demir birikimini ve buna bağlı gelişebilecek olumsuzlukları engellediği göstermiştir. Sonuç olarak çocukluk çağında büyüme ve gelişme bozukluklarının önlendiği belirtilmiştir" dedi.

"YENİ TÜRK İLACININ DENEYSEL ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR"
Kanama bozukluğuna bağlı kanamaları durduran ve deneysel çalışmaları devam Türk ilacı ‘Ankaferd Hemostat Miyelom’ hakkında bilgiler veren Türk Hematoloji Derneği Genel Sekreteri ve Kongre Sekreteri, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Muzaffer Demir, "Multipl miyelom hastalığı kemik ve kemik iliğini ilgilendiren tehlikeli bir kanser türüdür. Bu hastalık kemik kırıkları, böbrek bozukluğu, kansızlık, enfeksiyonlar gibi kötü hallere neden olmaktadır. Miyelom hastalığıyla ilgili kök hücre nakli, hedefe yönelik tedaviler ve önemli gelişmeler kongrede Türk hematologları tarafından tartışıldı. Bu bağlamda ülkemizde geliştirilen ilk Türk ilacı olan Ankaferd Hemostat’ın miyelom hücre dizilerinin gelişimini engellediğine ilişkin fare çalışmaları da kongrede sunuldu. İlaç deneysel bir çalışmadır. 15-20 yıl içinde ilaç olarak insanlarda kullanılmasını bekliyoruz" ifadelerini kullandı.

"HASTANEDE ÖLÜM NEDENLERİNİN BAŞINDA PULMUNER EMBOLİ GELİYOR"
Tromboz(damar tıkanıklığı) hakkında paylaşımda bulunan Prof.Dr. Demir, "Tromboz, atar ve toplar damar içinde kan pıhtısının oluşması ve kan akışını engellemesi durumuna verilen isim. Damar tıkanmasına bağlı olarak organ yetersizlikleri, sakatlıklar ve ölüm meydana gelebilmektedir. Dünyada ölüm nedenlerinin ilk sırasında tromboza yol açan kalp-damar hastalıkları gelmektedir. Akut koroner sendrom (kalp krizi ve benzeri olaylar) ve inmeler toplum tarafından iyi bilinen kalp-damar hastalıklarıyken, toplardamar tıkanıklığı (venöz tromboembolizm-VTE) konusunda yeterli bilgi birikimi ve farkındalık mevcut değildir. VTE hem bacak derin damarlarında (derin ven trombozu-DVT) hem de akciğer damarlarında (pulmoner emboli-PE) ortaya çıkabilmektedir. VTE de sakatlığa ve ölüme yol açabilir. Özellikle hastanede yatan hastaların en önemli ölüm nedenlerinin başında pulmoner emboli gelmektedir" diye konuştu.

Derin ven trombozu yıllık görülme sıklığı binde 1 iken, pulmoner embolinin binde 0,9 olduğunu işaret eden Prof.Dr. Demir, "Yaş ilerledikçe görülme sıklığı artmaktadır. 65 yaşından önce toplumdaki genel sıklık binde 2.3 iken, 65 yaş ve üstünde ise binde 13.8’e kadar çıkmaktadır. Erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla görülmektedir. Batılı toplumlarda görülme sıklığı benzer oranlarda iken Asya kökenli toplumlarda görülme sıklığı biraz daha düşüktür" ifadesini kullandı.

"AİLESEL TROMBOZ GENÇLERDE ÇIKIYOR"
VTE oluşumunu kolaylaştırıcı risk faktörlerinden bahseden Prof.Dr. Demir, şunları söyledi:
"Gebelik, lohusalık dönemi, doğum kontrol haplarının kullanımı, şişmanlık, hastaneye yatış, uzun süre hareketsiz yatmak, uzun süreli seyahatler, ortopedik ve genel cerrahinin büyük ameliyatları ve sigara kullanımı gibi durumlar geçici risk faktörlerindendir. Bu sayılanların yanında kanser, kalp yetersizliği, hastaneye yatış gerektiren dahili hastalıklar, felç ve böbrek- karaciğer gibi organ yetersizliği de VTE için risk faktörü olarak sayılmaktadır. Kalıcı risk faktörleri ise çoğunlukla ailesel olup, aile bireylerinde var olan bir genetik bozukluğun kişiye geçmesi ile VTE oluşumuna yatkınlık sağlamaktadır. Ailesel trombozlar daha çok gençlerde ortaya çıkmaktadır. Yaşlı grupta bu risk faktörlerini aramak için özel çaba harcamamak gerekmektedir."
Tromboz konusunda toplumun yeterli bilgi sahibi olmadığını işaret eden Prof. Dr Demir, "Uluslararası Tromboz ve Hemostaz Derneği Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa ve Uzak Doğu’yu kapsayan 9 ülkede VTE’nin bilinirliliği konusunda bir çalışma yaptı. Anket çalışmasına katılan erişkinlerin sadece yüzde 50’si PE’yi duymuşken, DVT terimini duyanlar ise yüzde 44’de kalmıştır. Katılanların dörtte bir VTE oluşumuna yola açan risklerden haberdar. VTE belirtilerini ise sadece yüzde 28 oranındaki katılımcı bilmiş. VTE’nin önlenebilir bir hastalık olduğunu ise katılımcıların yüzde 45’i bilmiş" görüşlerini paylaştı.

TROMBOZ ÖNLEMLERİ ÖNEMLİ
Prof. Dr. Demir, tromboz ölümlerin önüne geçmek için alınması gerek önlemleri ise şöyle aktardı:
"Bacak ve akciğerlerde kan pıhtısı oluşumu önlenebilir. Öncellikle bireylerin kendi taşıdıkları risk faktörlerini bilmeleri gerekmektedir. Ailesinde VTE öyküsü olanların veya geçici risk faktörlerini taşıyan kişilerin VTE hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir. Uzun süreli yolculuklar venöz tromboz oluşma riskini 2-4 kat arttırır. Altı-sekiz saatten uzun süreli hava yolculukları başta olmak üzere tüm yolculuklar için her 1-2 saatte bir ayağa kalkılması ve yürünmesi, seyahat esnasında sigara kullanmaktan kaçınılması, baskı oluşturmayan rahat giysilerin tercih edilmesi, bacakların sık olarak kasılıp gevşetilmesi, oturma pozisyonunun sık değiştirilmesi, sıvı kaybının önlenmesi ve bu amaçla tercihen alkol içermeyen sıvıların içilmesi, varis çoraplarının kullanımı ve uzun süreli hareketsizliğe yol açabilecek yatıştırıcılar ile alkol kullanımından kaçınılması önerilir. Olguların çoğunluğu hastaneden taburcu edildikten 90 gün içinde ortaya çıkar. Aslında kan pıhtıları önlenebilir, hastane yatışı sonrası ortaya çıkan önde gelen ölüm nedenidir. Hastaneye yattıktan sonra bireyler, kan pıhtısı gelişme risklerine yönelik değerlendirilmeli ve koruyucu tedavi uygulanmalıdır. Hastanede iken, hastalar hareketli olmalı ve riski azaltmak için mümkün olduğunca sık yürümelidirler. Ayrıca, en önemlisi, bazı hastalar taburcu olduktan sonra profilaksinin devam etme ihtiyacı değerlendirilerek antiembolik çorap kullanımı devam edilmelidir. Gerekirse hasta evde bakımı için talimatlar verilmelidir."
Prof. Dr. Demir, hastalığın belirtileri ile ilgili olarak, "Bacakta pıhtı nedeniyle oluşan derin ven trombozu (DVT) ile akciğerlere oluşan pulmoner emboli (PE), birbirinden farklıdır. DVT bacak ağrısı, hassasiyet ve şişlik yaparken, PE nefes darlığı, göğüs ağrısı nefes almada güçlük ve öksürük ve bazen kanlı balgam yapabilir. Bacak ve akciğerlerde anormal kan pıhtısı oluşumu önlenebilir. Tıbbi testler tanıyı doğrulamak için gerekmektedir. İlgili testler aşağıda yer almaktadır. Kan damarlarını görüntülemek için yüksek frekanslı ses dalgaları kullanan ultrason (doppler ultrasonografi) kullanılabilir" diye konuştu.

Kaynak: İHA