Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis açılış töreninde konuştu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis'te düzenlenen yeni yasama yılı açılış töreninde konuşma yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis açılış töreninde konuştu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM'nin 24. Dönem, 5. Yasama Yılı'nın açılışı dolayısıyla Meclis Genel Kurulu'nda cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk kez hitap etti.

Yaklaşık bir saat süren konuşmasında gündemdeki pek çok konuyu değerlendiren Erdoğan, önemli mesajlar verdi.

Çözüm sürecinde nihai hedefin 'Şiddetin her türlüsünün dışlanması, siyasetin çözüm aracı olarak devreye alınmasıdır' diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Siyasi partilerimiz şiddetle aralarına mesafe koymalı, peşin hükümlü ve ön yargılı olmaktan kurtulmalı, kararsızlığı bir kenara bırakarak çözümün tarafında çözüme katkı sunmanın mücadelesinde olmalıdır. Unutulmamalıdır ki; akan kan bizim gençlerimizin kanıdır. Bunu durdurmak da bu yüce Meclis başta olmak üzere her kesimin ve herkesin sorumluluğudur' şeklinde konuştu.

Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:

Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi, geçmişte hemen her cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan tartışmaları ortadan kaldırmıştır. Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir hükümet, şu anda olduğu gibi, uyum ve koordinasyon içinde Türkiye için hizmet üretmeye devam edecektir. Ulaştığımız bu demokratik seviye de hiç kuşkusuz ülkemiz ve milletimiz için hem gurur, hem de umut kaynağıdır.

Bugün şurası artık tartışmaya mahal bırakmayacak derecede belirgin hale gelmiştir: Sandık, her meselenin çözüm yeridir. Milletin kararı, mukadderat dahilinde her kararın üzerindedir. TBMM'yi şekillendirecek yegane vasıta, sandıktır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini takdir ve tayin edecek yegane vasıta, aynı şekilde sandıktır.

‘SANDIK DIŞI HER YOL GAYRİ MEŞRUDUR’

TBMM'ye istikamet çizmek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerini tayin etmek, tenzil etmek için sandık dışındaki her yol, her yöntem gayri meşrudur.

Nasıl ki millet, kendisi için vasi ve veli kabul etmiyorsa, siyasetin de vesayetten kendisini tamamen kurtarması artık kaçınılamaz bir gereklilik halini almıştır.

Yine hiç şüphesiz, anayasa ve yasalar çerçevesinde yapılan gösteri ve protestolar, her zeminde dile getirilen eleştiriler, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Ancak bu mekanizmalar, siyaseti esir almazlar, siyaseti yok saymazlar, kendilerini TBMM'nin, milli iradenin, yani sandığın üzerinde göremezler. Siyaset, sokaklarda hakimiyet kurmak ve milli iradeyi boğmak isteyen şiddete boyun eğerse, bu şiddeti kutsar ve teşvik ederse, en başta kendi varlığını inkar etmiş demektir.

Sorunları Meclis içinde, siyaset zemininde, ya da millete giderek sandık yoluyla çözmek varken, terörden, şiddetten, sokak eylemlerinden, siyaset dışı güç odaklarından medet umanlar, kendilerini yok saymak gibi bir acziyetin içine girerler.

Siyaseti ve milli iradeyi tehdit eden terör ve şiddet eylemleri karşısında, en başta ve en cesur şekilde önce siyasetçinin durması, önce siyasetçinin ve siyasi partilerin buna karşı çıkması gerekir. Elinde silahla cinayet işleyen şebekeleri öven ve destekleyen bir siyaset anlayışı, kendisini inkar eden bir siyaset anlayışıdır. Küçük çocukların eline taş vererek şiddeti körükleyen bir siyaset anlayışı, hiç şüphesiz acziyet ifade eden bir siyaset anlayışıdır.

AYSEL TUĞLUK’A GÖNDERME
Ülkenin huzur ve güvenliği için canını ortaya koyan güvenlik güçlerine taş fırlatan bir siyaset anlayışı, aslında kendisini küçülten bir siyaset anlayışıdır. Aynı şekilde, sokak eylemlerini, vandallığı, yakıp yıkmayı, hakareti teşvik eden, eylemcilerin önünde polise taş fırlatan, polise hakaret eden bir siyaset anlayışı da kendisini inkar eden, aslında çaresizlik sergileyen bir siyaset anlayışıdır.

Türkiye'nin, korkarak, çekinerek, tereddüt ederek varabileceği hiçbir seviye, yakalayabileceği hiçbir hedef yoktur. Bölünme, parçalanma, iç çatışma gibi senaryoların, yersiz ve anlamsız korkular olduğu, yakın tarihte açık bir şekilde görüldü.

‘BAŞÖRTÜ YASAĞININ KALKMASI İNFİALE YOL AÇMADI’
İnançların ifadesi ve ibadetlerin ifası önündeki engeller kalktıkça, Türkiye daha mutlu, daha mesut, daha özgüvenli bir ülke konumuna yükselmiştir. On yıllardır, son derece manasız bir şekilde sürdürülen başörtüsü yasağının kalkması, öyle iddia edildiği gibi toplumda infiale yol açmamış, toplumun normalleşmesini sağlamıştır.

TBMM'de, kamu iş yerlerinde, üniversitelerde, şimdi de ortaöğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılması, özgürlüklerin önünü açmış, Türkiye'yi normal ve tabii mecrasına sevk etmiştir. Türkiye'de ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü, geçmişle kıyas kabul etmeyecek derecede sağlam bir zemine kavuşmuştur.

İNTERNET KULLANIMI
Son dönemde internet, Türkiye'nin 780 bin kilometrekaresini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış, öğrencilerimize dağıtılan tablet bilgisayarlar, okullarımıza kurulan bilişim alt yapısı sayesinde, internet günlük hayatın ve eğitimin ayrılmaz parçası haline gelmiştir.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Medyanın, basın özgürlüğünün ve internetin, başkalarının özgürlük alanını daraltacak, kişisel hakları ihlal edecek, ulusal güvenliğimizi tehdit edecek şekilde istismar edilmesi elbette tepkisiz kalınacak bir durum değildir. Bu konuda, gelişmiş, demokratik ülkelerin sahip olduğu düzenlemelere Türkiye'nin de sahip olmasından daha tabii bir şey olamaz.

Ancak ulusal ve uluslararası bazı karalama kampanyaları çerçevesinde, ülkemizin bu alanlarda hedefe konulması da çok büyük haksızlıktır. İsrail'in son Gazze saldırısında, 16 gazeteci hayatını kaybetmiş, uluslararası medyanın çalışanlarına aleni mahalle baskısı uygulanmış, hatta bazı medya mensupları cezalandırılmıştır. 16 gazetecinin öldürülmesi, gazetecilere baskı yapılması dünyadan yeterli tepki almazken, Türkiye'nin, içerden ve dışardan sürekli olarak bu konuda haksız eleştirilere maruz kalması, üzerinde mutlaka düşünülmesi gereken bir konudur.

Başkalarının özgürlük alanlarını daraltmadığı, şiddetin aracı olmadığı ve ulusal güvenliğimize tehdit teşkil etmediği sürece, kim ne derse desin, her türlü özgürlük en geniş manada milletimizle buluşturulmalıdır ve buluşturulacaktır.

ÇÖZÜM SÜRECİ
Mimarı olduğum, her türlü siyasi riskine rağmen kararlılıkla bugünlere taşıdığımız çözüm sürecinin, yine kararlılıkla, cesaretle, sabırla geleceğe taşınması en büyük arzumuzdur.

Rabbim hiç kimseye yaşatmasın; hiçbir anne, hiçbir baba, evlat acısı yaşamak istemez, başkasının da bunu yaşamasına razı olmaz.

Hiç kuşkusuz, bu güzel süreçten rahatsız olanlar da var. Türkiye'de barışı, huzuru, kardeşliği tesis edecek, ekonomiyi prangalarından kurtarıp adeta uçuşa geçirecek bu süreci hazmedemeyenler ve kesintiye uğratmak isteyenler de var. Bu kan ve rant lobilerine karşı her zaman duyarlı olduk, bundan sonra da duyarlı olmaya hep birlikte devam edeceğiz.

‘KARŞISINDA DURMAK AKINTIYA KÜREK ÇEKMETİR’
Son günlerde sergilenen, çözüm sürecini sabote etmeye yönelik tahrik girişimleri, sadece ve sadece bu girişimlerin sahiplerine zarar verecektir. Özellikle 2 yıldır devam eden huzur ortamını teneffüs eden vatandaşlarımız, inanıyorum ki bu tahrik girişimlerine prim vermeyecek, bu sabotajların dimdik karşısında duracaklardır.

Türkiye'nin, çözüm yolundaki bu kararlı ilerleyişinin karşısında durmak, akıntıya kürek çekmektir. Tarih, çözüme doğru son derece kararlı şekilde akarken, Meclis içindeki ve dışındaki tüm siyasi partilerin sürece destek olmaları da tarihi bir sorumluluktur. Her türlü kaygı, endişe, tereddüt, bu çatı altında özgürce, ama nezaket, hoşgörü ve empati içinde mutlaka tartışılmalı, müzakere edilmelidir. Çözüm sürecinde nihai hedef, şiddetin her türlüsünün dışlanması, siyasetin çözüm aracı olarak devreye alınmasıdır. Siyasi partilerimiz, şiddetle aralarına mesafe koymalı, peşin hükümlü ve önyargılı olmaktan kurtulmalı, kararsızlığı bir kenara bırakarak, çözümün tarafında, çözüme katkı sunmanın mücadelesi içinde olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, akan kan, bizim gençlerimizin kanıdır; bunu durdurmak da bu yüce Meclis başta olmak üzere her kesimin ve herkesin sorumluluğudur.

‘BÜTÜN VATANDAŞLAR EŞİTTİR’
Yıllardır bu toplumda ötekileştirilenler, demokratik siyasi süreçlere dahil olmakta, kendi taleplerini siyasete iletebilmektedirler. Bugün bazılarının kutuplaşma olarak gördüğü şey, aslında kimliklerin çoğulcu ifadesinden başka bir şey değildir. Bundan sonra Türkiye, ancak çoğulculukta uzlaşabilir; belli toplumsal talepleri gayrı meşru ilan ederek, meşruluk zemini dışına iterek bir uzlaşma gerçekleştirilemez.

Yeni Türkiye, çoğulcu bir Türkiye'dir ve siyaset bu çoğulcu toplumsal yapının temsiliyle mükelleftir. Yeni Türkiye'de makbul ve makbul olmayan vatandaş ayrımı yoktur; bütün vatandaşlar eşittir.

Tabiatıyla Yeni Türkiye'ye bir direnç de söz konusudur. Türkiye'nin yeni sosyolojisi karşısında bu direncin bir başarı şansı olmadığı açıktır; ancak siyasetin burada kararlı bir duruş göstermesi gerekiyor. Yeni Türkiye'ye direnç, eski Türkiye'den tevarüs edilen, eski Türkiye'ye dayanak teşkil eden kronik meseleler üzerinden yürütülüyor. Vesayet, eski Türkiye'nin bir hususiyetidir; ancak yeni bir formda, Yeni Türkiye'ye kastetmek arzusundadır.

‘PARALEL YAPI SİYASETEN MAHKUM OLDU’
Paralel devlet yapılanması, siyasi temsil yetkisine ve siyasi meşruiyete sahip olmadan, kamu gücünü kullanarak, meşru-demokratik siyaseti tahrip etmek istemektedir. Paralel yapı, devlet aygıtını kullanarak siyaseti şekillendirmek arzusundadır, bu anlamda tipik bir bürokratik vesayet girişimidir. Siyaset, bu vesayet girişimine taviz veremez, verdiği anda kendi varlığını inkar eder. Devlet içindeki paralel yapı siyaseten mahkum olmuştur. Türkiye'nin yaşadığı son iki seçim, bir anlamda paralel yapının ve destekçilerinin siyaseten tasfiyesidir. S

on 2 seçimde ortaya çıkan neticeye rağmen, ortalığa saçılan bütün delil, belge, hukuk ve ahlak dışı teşebbüslere rağmen, paralel yapıya oksijen sağlayacak tavırların içine girilmesi, siyasetimiz adına olduğu kadar, ulusal güvenliğimiz adına da kaygı duyulacak bir durumdur. Herkes bilmelidir ki, ilkesi, kuralı, sınırı, ahlakı olmayan bir yapı, hiç kimseye fayda sağlamaz. Siyasetin önündeki mesele, bu yapıyı hukuken de tasfiye etmektir. Güvenlik kurumlarının ve yargının demokratik meşruiyet temelinde yeniden yapılandırılması, bu bakımdan özel bir önem taşımaktadır.

YARGIYA MESAJ

Yeni Türkiye, devlet içinde otonom yapılara, çetelere, mafyatik örgütlenmelere asla pirim vermeyecektir. Özellikle yargı içinde, bir çetenin, bir karanlık şebekenin güç kazanmasına, önce yargıyı, ardından da tüm toplumu dizayn etmeye kalkışmasına asla göz yumulmayacaktır. İnanıyorum ki, öncelikle yargı mensupları, onurlarına, meslek ilkelerine ve ülke çıkarlarına sımsıkı sahip çıkarak, yargıyı teslim alma girişimlerine dur diyeceklerdir. Hükümetin ve yargı mensuplarının olduğu kadar, TBMM'nin, bu yapının mağduru olan siyasi partilerin ve milletvekillerinin, ulusal güvenliğimizi tehdit eden çeteye karşı kararlı, ilkeli duruş sergilemesi milletin de arzusu ve talebidir.

Bu Meclis ve Bu yüce Meclis'in çatısı altındaki hiçbir milletvekili, tehdide, şantaja, tuzaklara inanıyorum ki asla boyun eğmeyecektir. TBMM, inanıyorum ki, gelecek nesillerin de örnek alacağı cesur bir duruş sergileyecek, bu paralel yapının tehdit ve şantajlarını boşa çıkaracaktır.

‘YENİ ANAYASA GECİKTİRİLMEMELİ’
Yeni Türkiye'yi daha güçlü kılacak, esasında Yeni Türkiye'yi sağlam bir temele kavuşturacak olan, takdir edersiniz ki, Yeni Türkiye'ye denk düşecek yeni bir Anayasa'dır.

77 milyonun ortak talebi olan yeni Anayasanın, artık bir an bile geciktirilmeden yapılmalı, Türkiye, eski dönemin, darbe dönemlerinin prangalarından bir an önce kurtarılmalıdır. 24. dönemde, Meclis'te iktidar partisinin Grup Başkanı ve Başbakan olarak, yeni bir Anayasanın yapılabilmesi için yoğun gayret sarf ettim. Ne yazık ki, yeni bir Anayasa yapabilmek bu dönemde mümkün olmadı. 2015 seçimlerinin hemen ardından, Meclis'teki tüm partiler, ön yargılardan uzak şekilde bir araya gelmeli, uzlaşma içinde yeni bir Anayasayı yazabilmelidir. Milletimizin en büyük arzusu, ülkemizin de yegane kalkınma vasıtası olacak yeni Anayasa, daha fazla geciktirilmemelidir.

‘KOMŞULARIMIZIN TOPRAĞINDA GÖZÜMÜZ YOK’

Türkiye'nin, komşumuz olan ya da bölgemizdeki hiçbir ülkenin iç işlerine müdahale arzusu yoktur, topraklarında da gözü yoktur. Türkiye, komşularına ve bölge ülkelerine, tek taraflı çıkar elde etme zaviyesinden de asla bakmıyor. Öncelikle, bölgenin huzur, istikrar ve güveni, doğrudan doğruya Türkiye'nin huzur, istikrar ve güvenliğini ilgilendirmektedir.

‘TÜRKİYE’NİN BÖYLE SEÇENEĞİ YOK’
İkinci olarak da, bölgemizde yaşanan insanlık dramlarına sessiz kalmak, tarihe, ecdadımıza ve tevarüs ettiğimiz mesuliyete haksızlık olacaktır. Bölgedeki gelişmeler karşısında herkes susabilir ama Türkiye'nin böyle bir seçeneği yoktur. Bölgemizde ve dünyada yaşanan insanlık dramlarına herkes gözünü kapatabilir, ama Türkiye'nin böyle bir seçeneği asla yoktur. Libya'da, Filistin'de, Mısır'da, Somali'de, Myanmar'da, Afganistan'da, Ukrayna, Yemen, Irak, Suriye'de gelişen olaylara karşı sessiz ve tepkisiz kalmak, hem tarihin, hem ecdat mirasının inkarıdır; hem de kendi varlığımızın inkarıdır.

Büyük devlet, sınırlarını dünyaya kapatan, krizlerden ve risklerden kaçan devlet değil; sınırlarının ötesine gönlünü açabilen, krizlerde inisiyatif alabilen, risklerle baş edebilen devlettir. Türkiye, mevcutla yetinen, seyirci bir devlet olamaz. Türkiye, oyun kurucu, inisiyatif alan, mesuliyetinin bilinciyle barış ve dayanışma için mücadele eden bir devlet konumuna yükselmiştir; bunu daha da ileriye taşımak zorundadır.

Şunu, ülkem ve aziz milletim adına büyük bir gururla ifade etmek isterim: Türkiye, 2013 yılında, acil ve insani yardımlarda, tüm ülkeler arasında milli gelire oran olarak dünya birincisi; miktar olarak da Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin ardından Dünya üçüncüsü olmuştur. Alan el Türkiye, artık veren el olmuş, bu alanda da zirveleri yakalamıştır. Ülkemizin ve milletimizin yeniden elde ettiği özgüven sayesinde, Türkiye, kendi tankını, kendi milli savaş gemilerini, ATAK helikopterlerini, insansız hava araçlarını, haberleşme uydularını, milli piyade tüfeklerini, roketatarlarını ve daha bir çok savunma teçhizatını üretir konuma gelmiştir.

Türkiye, kriz bölgelerinden vatandaşlarını başarıyla tahliye eden, hatta başka ülkelerin yardım taleplerini karşılayarak, o ülkelerin de vatandaşlarını tahliye eden; başka ülkelerin vatandaşlarını, gazetecilerini bulan ve ülkelerine sağ salim ulaştıran bir ülkedir.

‘EŞSİZ BİR DOSTLUK VE KARDEŞLİK İKLİMİ OLACAK’
Suriye'den Avrupa'nın tamamının 130 bin mülteci kabul edilirken, Türkiye'nin bağrına bastığı Suriyeli mülteci sayısının Irak dahil 1,5 milyona ulaştı. Bu kişilere şimdiye kadar 4 milyar dolar harcama yapıldı, sınır ötesi yardımlarla bu rakam 4,5 milyar dolara ulaştı. Bu harcamaların, istikbale yönelik eşsiz bir dostluk ve kardeşlik iklimi olacağına inanıyoruz.

Etnik köken, inanç ve mezheplerini sorgulan değil, ihtiyaçlarını karşılayan barındıran, giydiren bir Türkiye var.

‘BÜYÜK TALİHSİZLİK’

Burada açıkça ifade etmeliyim ki vatandaşlarımız IŞİD'in elindeyken, yani durum çok büyük hassasiyet arzederken, oradaki vatandaşlarımızın can güvenliğini tehdit edecek açıklama ve yayınların yapılması, siyasetimiz ve medyamız açısından büyük bir talihsizlik olmuştur.

‘TÜRKİYE KENDİSİNİ KULLANDIRMAZ'

Ancak hükümet de güvenlik kurumlarımız da son derece sabırlı ve soğukkanlı davranmış, bu şekilde hayırlı bir netice milletimize kazandırılmıştır. Ne topraklarımızda ne bölgemizde ne de yeryüzünde, hiçbir terör örgütüne sempatiyle ya da müsamahayla bakmamız söz konusu bile olamaz. Teröre karşı verilecek mücadelede, ülke olarak her türlü işbirliğine açığız ve hazırız. Ancak şunu da herkes bilmelidir ki Türkiye, geçici çözüm arayışlarında, kendisini kullandıracak bir ülke de değildir.

‘HAVADAN BOMBA SADECE GECİKTİREBİLİR’

Irak ve Suriye'de devam eden krizleri en iyi analiz edebilen, çözümleri en iyi bilen ülke Türkiye'dir. Türkiye aynı zamanda bölgedeki hemen her tarafla diyalog kurabilen bir ülkedir. Bölgedeki tüm terör örgütleriyle kararlı bir mücadele sergilenmeli, Türkiye'nin öneri ve uyarıları da dikkate alınmalıdır. Aksi halde, havadan atılacak tonlarca bomba, tehlikeyi ve tehdidi sadece geciktirebilir, sadece erteleyebilir. Irak'ta bu yaşanmıştır. Eski rejim devrilmiş ama yeni rejim, bizim tüm uyarılarımıza, yol gösteren yapıcı eleştirilerimize rağmen Irak'ın tamamını kucaklayan bir tavır sergilememiştir. Geçici çözümlerin, Irak'ı, her 10 yılda bir böyle müdahalelerle karşı karşıya bırakması kaçınılmazdır.

‘DÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR’
Öte yandan, Suriye'nin gündem dışı tutulması da aynı şekilde çözümü palyatif bir hale getirecektir. Bu düşüncelerimizi, gerek Cardiff'te yapılan NATO Zirvesi'nde, gerekse Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için bulunduğumuz New York'ta ilgili taraflara detaylı şekilde aktarma fırsatımız oldu. İnsanlığın can çekiştiği bölgelere yardım ulaştırma konusunda kararın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin dudaklarında olması, küresel adaleti ciddi şekilde yaralamaktadır. Evet… Dünya 5'ten büyüktür. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesi, küresel vicdan ve küresel adalet adına ertelenemez bir ihtiyaçtır. Her durumda Türkiye, tezlerini en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir.

Şam yönetiminin derhal uzaklaştırılması, Suriye'nin toprak bütünlüğü korunarak, Anayasal ve Parlamenter sistemle, herkesi kucaklayan bir yönetimin acilen tesis edilmesi de yine önceliğimiz olmaya devam edecektir.

TEZKERE
Özal'ın uyarı ve arzularının ne kadar yerinde olduğunu vefatından sonra tüm Türkiye'nin anladı. Bölgemizde yeni ve büyük krizler yaşanırken, bu krizler, Müslüman kardeşlerimizi, Arap, Kürt, Türkmen kardeşlerimizi, sınırlarımızın bu tarafını ve akrabalarımızın olduğu diğer tarafını ilgilendirirken, kayıtsız kalmamız, çekingen kalmamız, mütereddit olmamız düşünülemez. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gündemine gelmesi beklenen tezkerelerin de bu anlayış doğrultusunda değerlendirileceğine inanıyorum.

Birinci Dünya Savaşı'na sahne olan coğrafyanın, aradan geçen bir asırlık süreye rağmen, istikrar, huzur, barış ve refahtan halen yoksun olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz. 100 yılın ardından, bölgemiz yeniden şekillenirken, Türkiye elbette gelişmelere seyirci kalacak değildir. Komşu ve bölge ülkelerimizde, olaylara mezhepçi ya da çıkar odaklı bir şekilde yaklaşmıyoruz. Her türlü ayrımcılığa, içerde olduğu gibi dışarda da karşıyız. Halkın demokrasi taleplerine darbeci yöntemlerle set çekilen Mısır gibi ülkelere, tamamen insani ve ilkesel bir duruş sergiliyoruz.

Kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin, şiddetin her türlüsüne karşı mücadele veriyoruz. Kıbrıs meselesinde, Azerbaycan topraklarındaki işgalin sona erdirilmesinde, Ermenistan'la ilişkiler ve 1915 Olayları'nda, tamamen ilkeli, objektif ve barıştan yana yapıcı tutum izliyoruz.

‘HEDEFLER GERÇEĞE DÖNÜŞTÜ’
Avrupa Birliği'ne tam üyelik konusunda kararlılığımızı muhafaza ediyor, sergilenen olumsuzluklara rağmen reformlarımızı kesintisiz sürdürüyoruz. Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefi Türkiye'nin stratejik hedefidir ve bu yönde gayretlerimiz kesintisiz devam edecektir. Tesis ettiği güven, istikrar ve reformcu yapı sayesinde Türkiye, 2023 hedeflerine doğru emin adımlarla ilerliyor.

12 yıl önce telaffuz edildiğinde hayal gibi görünen, gerçekleşeceğine ihtimal verilmeyen nice hedef, bugün gerçeğe dönüştü.

Türkiye, Uluslararası Para Fonu'yla yüksek faizli ağır borç anlaşmaları yaparken, bugün IMF'ye borcu olmayan, IMF'den borç istemeyen, hatta IMF'ye borç verebilecek bir ülke konumuna yükseldi. Merhum Turgut Özal'ın, 1990 yılında yaptığı yeni yasama dönemi konuşmasına baktığımda şunu gördüm; 80'li yıllarda döviz sıkıntısının olduğunu ifade ediyor, ardından da Merkez Bankası rezervinin 11 milyar dolar ile rekor kırdığını belirtiyor. 2002 yılında 27,5 milyar dolara ulaşan o döviz rezervini, biz şu anda altın dahil 132,5 milyar dolara yükselttik.

Merhum Özal'ın başlattığı ve 1.500 kilometresini de inşa ettiği bölünmüş yol ve otoyol uzunluğu 2002'de 6 bin 100 kilometreye ulaşmıştı. 12 yıl içinde bu ağa 17 bin kilometre yeni bölünmüş yol ekledik. Türkiye'yi Yüksek Hızlı Tren ile tanıştırdık. Abdülhamit Han'ın hayali olan Boğaz'ın altına tüp geçidi, MARMARAY'ı inşa ettik.

205 bin yeni dersliği, 99 yeni kamu ve vakıf üniversitesini eğitim sistemine kazandırdık. 633 bin konutun inşasını başlattık ve 12 yıl içinde bunların 535 bin tanesini hak sahiplerine teslim ettik. Burslarla, yurtlarla, nakdi yardımlarla, eğitimin önündeki engelleri kaldırdık. Sağlık sistemi yeniden yapılandı; vatandaşımız hastanelerden insan onuruna yaraşır hizmet almaya başladı.

30 büyükşehrimiz dahil, ihtiyaç tespit edilen diğer illerimizle birlikte 52 bin yatak kapasiteli 64 şehir hastanesi ülkemize kazandırılmış olacak. Bu şehir hastaneleriyle birlikte, inşallah, Türkiye'nin sağlık altyapısı adeta yeniden kurulmuş olacak.

12 yıl içinde 268 baraj ve 53 gölet inşa edildi; şu anda, 78 baraj ve 426 göletin inşası devam ediyor. Tarımda, sulamada, enerji alanında, çevre ve şehircilikte, savunma sanayinde Türkiye ilklerle, rekorlarla tanıştı. İnanıyorum ki Türkiye, istikrar ve güven içinde, tüm bu kazanımlarını hem koruyacak, hem de çok daha ileri seviyelere taşıyacaktır.

İstanbul'a inşa edilen Yavuz Sultan Selim Köprüsü, üçüncü havalimanı, Boğaz'ın altına inşa edilen iki katlı tüp geçit, İzmit Körfezi'ne inşa edilen asma köprü, İstanbul-İzmir otoyolu, yeni yüksek hızlı tren hatları, Ovit Tüneli, TANAP Projesi, GAP, DAP ve KOP projeleri ve diğer nice büyük projemiz kesintisiz sürecek; bu büyük projelere, Kanal İstanbul gibi yeni büyük projeler eklenecektir."

Türkiye'nin 2015'te G-20 Dönem Başkanlığını üstlenecek olması, küresel ekonomideki belirleyici yerimizi bir kez daha teyit edecektir.

İçerden ve dışardan, gerek medya, gerek uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları eliyle yapılan algı operasyonları Türkiye ekonomisini büyüme yolundan asla alıkoyamaz. Emekle ve alın teriyle bugünlere ulaşan Türkiye ekonomisi, yine emekle, alın teriyle, çalışma barışıyla geleceğe yürüyecektir.